Kemençenin efsane ismi
85 yaşındaki müzik dahisi avukatlığı bırakıp kemençeye sarılırken, adliye saraylarında değil, kongre saraylarında müzik sevgisini paylaştı. Torbalı'da yaşayan Doğu, anılarını anlattı NİHAT Doğu’yu Torbalı’da müzik toplulukları dışında çoğumuz tanımayız. Bazen Belediye Kültür Merkezinin merdivenlerinde kemençesiyle sabırla yürürken görürsünüz 85 yaşındaki bu ihtiyar delikanlıyı. Aslında müzik dünyasında bir otoritedir. İstanbul’daki müzik yorumcuları, öğrencileri, sanat çevreleri onu [&hellip]
85 yaşındaki müzik dahisi avukatlığı bırakıp kemençeye sarılırken, adliye saraylarında değil, kongre saraylarında müzik sevgisini paylaştı. Torbalı'da yaşayan Doğu, anılarını anlattı
NİHAT Doğu'yu Torbalı'da müzik toplulukları dışında çoğumuz tanımayız. Bazen Belediye Kültür Merkezinin merdivenlerinde kemençesiyle sabırla yürürken görürsünüz 85 yaşındaki bu ihtiyar delikanlıyı. Aslında müzik dünyasında bir otoritedir. İstanbul'daki müzik yorumcuları, öğrencileri, sanat çevreleri onu bir efsane olarak tanır. Nihat hoca aslında bir avukat, hukuk fakültesi mezunu. O dava dosyalarını taşımak yerine kemençesine sarılmış. Nihat Doğu, sanat yaşamını anlattı: 'Efendim ben 1930 yılındaKuşadası'nda doğdum. Annem Kuşadalı. Babam Trabzon doğumlu, fakat 3 yaşında gurbete çıkmış. İstanbul'a gelmiş. Artık İstanbul'lu sayalım, İstanbul' da büyümüş bir öğretmendi. Kuşadası'na tayini çıkınca annemle orda evlenmişler. Ben de orda doğdum. Hayatımın çok önemli bir kısmı, İstanbul – İzmir arasında gidip gelmekle geçti. Babam başöğretmendi ve Türkiye'nin savaş, yokluk ve zorluk yıllarıydı.
LİSEDE MÜZİK TUTKUSU
İkinci Cihan harbi çıkınca babamı askere aldılar. İzmit'te 23. Tümen diye bir tümen vardı. Oraya gidince tabi bende İzmit'e geldim. İzmit'te de ilkokulu bitirdim. O sırada tümeni Trakya' ya naklettiler. Almanlar Bulgaristan sınırına gelmişlerdi, harp çıktı çıkacak. Türkiye'ye girmek istiyorlardı. Oradan da Bakü'ye…Rranz Joseph Hermann Michael Maria VonPapen Hitler'e mani oldu ve girmediler. Ama tabiî ki bizim ordu Trakya'ya yığılmıştı, babam da onlara dahildi. Sonra babam oradan terhis oldu. Yeni Kapı'daorta okula başladım. Yenikapı'dan sonra Nişantaşı'nda başladım. Sonra babam tekrar askere çağrıldı. Biz tekrar peşinden gittik, geldik. Nihayet İstanbul'a döndük. Taksim Beyoğlu erkek lisesine girdim. Liseyi de orda bitirdim. İşte o yıllarda müzik tutkum zirve yapmıştı.
BABAMIN BAĞLAMAYIÖĞRENME HİKYESİ
Aslında çocukluktan beri müziğe hevesliydim, iyi hatırlıyorum böyle 4 – 5 yaşlarında babam bağlama çalardı. Gençliğinde de azıcık ud ve keman çalmış. Babam Finike'de öğretmen iken, bir gün bir saz aşığı geliyor babamın yanına.O da aynı yaşlarda, ikisi de genç. Hocam diyor, 'Ben şiirler yazıyorum besteliyorum çalıyorum ama bunları bir yere zapt edemiyorum, çünkü okuma yazma bilmiyorum'Eski Türkçe'yi öğrenmekte pek kolay değildi tabi, yeni Türkçe'ye nazaran. Babam da bir Osmanlı sayılır zaten. 1900 doğumlu o zaman neredeyse, 17 yaşında öğretmen olmuş yani demek ki. 1918-1919 yılları yani o seneler.Babam 3 ayda bu saz aşığına eski Türkçe'yi öğretmiş. Bu Anadolu ozanı şiirlerini yazmayı başlayınca,herhalde kendini çok borçlu hissetti.Babama bir bağlama alıp gelmiş.Hem sazı hediye etmiş, hem de uzun uğraşlar sonucu saz çalmayı öğretmiş.
MÜZİKTE ÇAĞRI VAR
Müzikte size hep bir çağrı vardır. Benim de müzik tutkum, o sesteki derin çağrıdadır. Annesinden süt emmek için bağrışan, koşan mücadele eden bir kuzu gibi. Okul yıllarımda bazı etkinliklere de katıldım. Yaylı sazların derinliğinde kayıp oluyordum. Bir kemençe ustasından dersler almaya başladım. Ancak param yoktu. Gündüzleri bir demircide çalışıyordum. Oradan aldığım parayı kemençe ustama veriyordum. Yevmiye günlük 2,5 liraydı. On yedi buçuk lira haftalık alıyorum, yedi buçuk lirasını hocama veriyordum. Helal-i hoş olsun. Öbür 10 lirasını da, işte gençlik var o zaman, dondurmalar falan yiyoruz tabi, sinemaya gidiyoruz hafta sonları filan. 5 lirasını da biriktiriyorum kışa. Çünkü kışın da hocaya ders parası lazım ayrıca yol parası da lazım. Nişantaşı'nda oturuyorduk, Teşvikiye'de Taksim'de okula giderken travmayla gideriz 3 kuruş, gelirken yayan. Çünkü o 3 kuruş kıymetlidir, biriktirip sinemaya gidiyorduk.
ÜNİVERSİTE YILLARINDALOKANTALARDA ÇALIŞTIM
Sonra üniversiteye yazıldım. Üniversitede 1'inci sınıfta iken hava meydanlarında 3 tane lokanta vardı. Onlara gececi katip olarak girdim. Bir yandan da o işe sıvandık.Pastanede çalıştım, limonata sattım, aklınıza ne iş gelirse… Demircilik dahi yaptım. Bir sezonda bu boru işlerini yaptım, hukuk fakültesinde okuyordum o sırada. Hukuk fakültesini de bitirince bir sene kadar avukatlık yaptım.
İSTANBUL'DA EVLENDİM
İstanbul'da evlenip çoluk çocuğa karıştım. Bana fakültede 'Baba Nihat' diyorlardı. İki tane çocuğum var evliyim. Erken evlendim ve Torbalı'dan evlendim. Biraz da babamın ricasını kıramadığım için evlendim. Evlendiğimde 25 yaşındaydım. Harp zamanlarında çok sene kaybettim. Sonra hukuk fakültesinden mezun oldum. 2 sene kadar da avukatlık yapmaya çalıştım. Ama olmadı kemençe beni çağırıyordu.
RADYONUN İMTİHANI VE YÜKSELİŞ…
Gazino radyo gibiydi. Gazinoda da müzisyenlerin hepsi kaliteliydi. Ben Maksim'de çalışırken maksimdeki saz heyetinde Selahattin Pınar, Necati Tokyay, Hakkı Derman bunlar hepsi büyük otoriter ve yanlarına yanaşamazdık bile. Biz sadece dinleriz. Lubalîliğe falan müsaade etmezlerdi. Ben bir tek Necati Tokyay'la samimi olabildim. O da radyodan koro şefimizdi, o yüzden daha samimiydik. Ama öbürleriyle mesafeyi ne onlar kapatırdı, ne de siz kapattırabilirsiniz.Böyle giderken işte radyo bir imtihan açtı. Bu imtihan da kazandık kadrolu olduk. Kadrolu çalışmaya başladım ama orda da istediğim verimi alamamıştım.
ÜNLÜ SANATÇILARLA ÇALIŞTI
Askerliğimi İzmir'de yaptım. İzmir radyosunda bir süre çalıştım. Sonra babam ve annemin ısrarına dayanamadım. Tekrar İstanbul serüvenim başladı. İstanbul'da tabii ki iş alanım musiki. Musiki sayesinde bütün sanatçıları tanımış olduk. Yani ismi geçen bütün ses sanatçılarıyla çalıştım. Mesela Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Gönül Yazar Zeki Müren, Bülent Ersoy, Emel Sayın bilhassa. Sonra dışarıda çıktık. Safiye Ayla Sabite Tur Gülerman, Ahmet Özhan gibi.
YILMAZ GÜNEY BENDE İZ BIRAKTI
Müzeyyen Senar'ı çok sevdim ben. Dobra- dobra bir insandı. Mertti. Emel Sayın çok kibardır. Seçil Heper 'de çok kibardır ağır başlıdır. Tabi Muazzez Abacıyla da çalıştım. Epey müddet. Yazar çizer takımından da doğal olarak dostlarımız oldu. Mesela Yaşar Kemal (Rahmetli) benim iyi arkadaşımdı. Hakkı Derman saz sanatçısı aynı zamanda eczacı. Kadri Şençalar onu severdim. Yılmaz Güney'le tanıştım. Yemek yedik birlikte, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney ben ve kız kardeşim.Onlar o zamanlar da birer efsaneydi.
YAŞAR KEMAL HALK ÇOCUĞUYDU
Yaşar Kemal tam bir halk çocuğuydu. Tatlı dilli, güler yüzlü, her şeye iyi yönünden bakan, daima olumlu pozitif bir insandı. Kızgın olduğu anda bile gülerdi. Bir yandan güler bir yandan kızardı. Çok gözlemci bir adamdı. Bir yere gittiği zaman öyle şeyler görürdü ki, şaşırırdım ben.Özellikle doğayı, bitkileri, çiçekleri, böcekleri, ağaçları, toprağı, yağmurun kokusunu, suyun sesini, bir ağacın gölgesini, bir kuşun kanat çırpınışını, bir balığın hassasiyetini, bir güvercinin bakışını, bir yılanın gizemliliğini, bir yaşlının yürüyüşünü, bir bebeğin ağlamasını, bir kadının güzelliğini, bir türkünün çığlığını, bir yoksulun çaresizliğini, bir aşığın duygularını, bir ağanın zulmünü o her şeyi ama her şeyi çok iyi gözlemler ve muhteşem biçimde yazardı.
ANNEMİN YEMEKLERİNE BAYILIYORDU
Yaşar Kemal 15-20 günde bir bize gelir. Annemi seviyordu, anneme yemek yaptırıyordu. İri yarı bir insan iyide yiyen bir insan. Yine bir gün bize gelmiş, annem sormuş: 'aç mısın?' 'Açım teyze' demiş.Hazır pişmiş kuru fasulye varmış, önüne tencereyi koymuş, efendim salata yapmak üzere annem mutfağa gitmiş. Salatayı yapıp döndüğünde kocaman tencere de kuru fasulyenin kalmadığını görmüş. Karşılıklı gülmeye başlamışlar.Yaşar Kemal'in gerekçesi var tabi. 'Bu kadar aç bir adamın önüne kuru fasulyeyi koysanız sonucu bu olur işte.' Beni fırsat buldukça yemeğe götürdü. Anadolu yemeklerinin yapıldığı yerleri tercih ederdi.