Cehenneme turistik tur düzenlemişler, turistleri gezdiriyorlar. Koridora girmişler, birçok kapı var. Her kapının arkasında fokur fokur katran kaynayan bir kazan, eli sopalı zebani Kazanların üzerinde milliyetler yazılı. Alman, İngiliz, Fransız, İsveçli, Hollandalı gibi…
Anlatmışlar:
“Bu kazanda o milletlerin günahkarları kaynar. Bu zebaniler de kaçmak isteyenleri bir tekmeyle kazanın dibine gönderir.”
Bakmışlar, “Türkler” yazılı kazan da fokur fokur kaynıyor, ama başında zebani yok. Sorunca, “Haa onlar mı, Türkler mi?” Demişler, “Onlar biri kaçmak isterse aşağıdakiler ayağına yapışır, içeri çekerler!”
Hikaye bir “12 Eylül klasiği.”
“Lacivert takım elbiseli” bir bey, Diyarbakır’da uçaktan inmiş, bir taksiye binmiş, şehre gidiyor. Yolda “Şoför bey” demiş:
-Diyarbakır’da işkence olayı var mı?
-Yoktur beyim… Kimseye kötü muamele edilmiyor.
“Kıravatlı bey” sohbeti sürdürmüş:
-Ben avukatım… İstanbul’dan geliyorum… Burada tutuklu müvekkillerim var… Duydum ki işkence yapılıyormuş.
-Vallah billâh doğrudur beyim… İşkence de var, her türlü kötü muamelede.
Avukat şaşırmış:
-Hani az önce “yok” diyordun.
Şoför:
-Beyim ben seni Ankara’dan gelen bir devlet görevlisi sandım… İşkence yok sözü benim resmi görüşüm… İşkence var sözü ise özel görüşüm.
Bugün, pek çok “siyasinin beyanı” bana bu 12 Eylül hikâyesini hatırlattı.
İki takım maça çıkmış, oynuyor. Maçın ortalarında “Z takımı” nın savunma oyuncusu, ceza alanı içinde 9 kuraldan birini ihlal ediyor, kaleye giren topu eliyle çıkarıyor, hakem düdüğü çalıyor, penaltıyı gösterecek, saha komiseri, federasyon temsilcisi nefes nefese koşup gidiyorlar:
“Ne yaptın yahu?”
“Kuralı uyguladım, penaltı verdim!”
“Senin haberin yok, kuralı değiştirdik!”
“Ne zaman değiştirdiniz?”
“Şimdi, sen düdüğü çalarken!”
Hükümet 17/25 Aralık’ı milat olarak kabul etti ya…
Aklıma bu fıkra geldi. Neden bu tarih? E biz öyle istiyoruz. Bu işlerin o tarihten öncesi yok mu?
Var…
Ama ne hikmetse, milat 17/25 Aralık.
Rüzgar Çetin…
Ünlü, tanınmış, zengin bir adam olan Sinan Çetin’in oğlu…
Altında lüks arabasıyla vede sarhoş haldeyken polis aracına çarpıyor. Araç içerisinde bulunan iki polisten biri şehit oluyor, diğeri yaralanıyor. Kazayı yapan Rüzgar Çetin 8 ay hapis yattıktan sonra hoooop dışarıda.
Şimdi kimse bana ceza kanunun şu maddesi, şu bendi diye masal okumasın.
Eğer Rüzgar Çetin tanınmış, zengin Sinan Çetin’in oğlu değil de gariban bir adamın oğlu olsaydı…
Acaba adalet böyle mi tecelli ederdi?
Cevabını bi zahmet kendiniz verin. Üstelik bu çocuğun işlediği ilk trafik suçu da bu değil. Daha önceden onlarca…
Bir ülkenin kalkınmışlığı ve medeniyet seviyesi, o ülkede uygulanan adalet ve demokrasinin seviyesiyle ölçülür.
Eğer bir ülkede demokrasi, kurum ve kurallarıyla yerleşmiş, kökleşmiş ise…
Hukuk sistemi tarafsız ve bağımsız ise…
O ülke kalkınmıştır ve medeni bir ülkedir. Böyle bir ülkenin vatandaşları devletine ve adaletine güvenir. Böyle bir ülkenin vatandaşları devletine ve adaletine güvenir. Böyle bir halk mutludur. Böyle bir ülkede darbe marbe olmaz. Şunu unutmayalım,
“dünle bugün kavga ederse, kaybeden yarındır.”
Yarınlarımız güzel olsun inşallah.
Tekrar buluşabilmek umuduyla esen kalın.