Armağan Kars

2020

Armağan Kars

Yine bilim insanlarına göre, önce su kaybı başlayacak (tıpkı insanlarda olduğu gibi) , insan ve canlılar giderek yok olacaklardır. Yeryüzünün, bilinen tarih ile başlayan yaşı ise, Milat’tan önce 3500 yılında yazının Sümerler tarafından bulunması ile başlayıp bugüne kadar gelen zaman dilimidir. Bu da yaklaşık olarak 6 bin yıl yapmaktadır. Kaldı ki, adına “KAİNAT” ya da “EVREN” dediğimiz oluşum sadece bizim dünyamızdan ibaret değildir. Sürekli gelişen teknoloji ve araştırmacı bilim ordusu, durmaksızın uzayın derinliklerini, yani, evrenin bilinmeyenlerini ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Bazı ülkelerin uzay çalışmaları, Ay yolculukları, Mars projeleri bunların sadece bir bölümüdür. Işık hızı, ışık yılı, kara delik ve görecelik kavramları insanoğlunu tarih boyunca meraka sürüklemiştir. Bizim 365 gün ve 6 saatlik zaman dilimi olarak adlandırdığımız “bir yıl”ın, başka gezegenlerde çok daha kısa ya da uzun bir süre olabileceği düşüncesi bile çok şeyi ters düz etmeye yetecektir. Bugün burada değineceğim esas konu o kadar uzaklarda değil. Geçmişini ve geleceğini henüz kesin çizgilerle belirtemediğimiz bu gezegende insanoğlu, bir damla sudaki bir zerrecik kadar bile değildir. Tüm evreni düşünürsek, sanki yok gibiyiz. Lâkin, yine de bir nüfusumuz var ve yer işgal ediyoruz. Bugün Dünya’nın yaşayan nüfusu 7 milyarı biraz geçiyor. Ortalama insan ömrünün yaklaşık 80 yıl olduğunu biliyoruz. Yani, irademiz olmadan geldiğimiz bu gezegenden, bir süre sonra irademiz dışında göçüp gidiyoruz, yok oluyoruz. Bu nedenle biz buna “fani dünya” diyoruz. Aslında “fani”(gelip geçici) olan dünya değil, biz insanlarız. 4,5 milyar yaşındaki gezegenimizde bugüne kadar yaşamış insan sayısını şöyle bir düşünecek olursak, “biz neyiz ki” diyecek oluruz. Durum böyle iken, insanoğlunun kendi neslini hâlâ tüketmeye çalışıyor olması ne kadar anlamsız ve acımasız, değil mi? Bu ise; hastaneye gittiğimizde sağlığımızı hatırlamamıza, mezar ziyaretinde ise yaptığımız kötülüklerden pişman oluşumuza benziyor. “Değer mi” diyoruz. Oysa her ikisini de aklından çıkarmamalı insanoğlu. İnsanlık tarihi nice savaşlara ve felaketlere sahne olmuş. Taht kavgaları yaşanmış. Güç uğruna entrikalar kurgulanmış, kanlar dökülmüş. O kanları dökenler de yok olup gitmişler günün birinde. İşte bu nedenlerle ben, “insan nasıl anılmak istiyorsa öyle yaşamalı, yaşatmalı” diyenlerdenim. Hani nerede o firavunlar, imparatorlar, krallar, hükümdarlar? Her nefes, bir boşluğu dolduruyor “kürre-i arz” da (yer küresinde) ve gidenin yerine bir başkası geliyor. Durum böyle iken, başından beri kaç tane “1 yıl” geçtiği ve daha geçeceği bilinmeyen bu dünyada, 365 gün ve 6 saatte bir kutlama yapsak ne yazar, yapmasak ne yazar? 2019 dan 2020 ye geçişimiz, 1019’dan 1020’ye geçişimizden farklı olmalı ki, sevinelim. Etnik kökenlerin ayrıştırıldığı, ülkeler arasında ekonomik savaşların yaşandığı, ekolojik dengelerin alt üst olduğu, her 4 saniyede bir kişinin açlıktan öldüğü bu dünyada, yeni bir yıla giriyor olmanın nasıl bir sevindirici yanı olabilir, anlamış değilim. Şunu demek istiyorum ki; yeryüzünde mutlak barış sağlanamadığı, sadece biz insanların değil; tüm canlıların değeri bilinmediği, insanoğlu kendi neslini yok etmek için birbiriyle yarışmaktan vazgeçmediği sürece, üzerinde yaşadığımız bu gezegende, 31 Aralık’tan 1 Ocak gününe geçiyor olmamızın; mesela, 31 Temmuz’dan 01 Ağustos’a geçmekten bir farkı yoktur. Adına “yeni yıl” dediğimiz süreç, haksızlık, adaletsizlik ve eşitsizlikleri yok edecekse HOŞ GELSİN. İnsanın insana, insanın doğaya zulmüne nokta koyacaksa HOŞ GELSİN. Sadece rakam değişikliğinden ibaret olmayıp, insanca yaşamanın yolunu açacaksa HOŞ GELSİN. Bu dileklerimle, ben de “YENİ YIL” ı bekliyor ve tüm insanlığı dostça selamlıyorum.
Saygılarımla.

Yazarın Diğer Yazıları