“Belirli bir süre çalıştıktan sonra, kanunlar gereği işi ile ilgisi kesilerek kendisine aylık bağlanmış olan kimse, tekaüt”.
Türk Dil Kurumu (TDK) Türkçe sözlüğünü açıp “emekli” kelimesini bulursanız karşınıza bu açıklama cümlesi çıkar. Tekaüt kelimesini yeni nesil anlamayabilir, “emekli” kelimesinin eski Türkçe karşılığıdır. Emekli ordusunun kimi işçidir, kimi memur, kimi öğretmen, kimi hâkim, kimi doktor. Hayatın her kesiminde vardır onlar. Her biri en az 25-30 yıl boyunca uğraşlarında emek vermiş, ülkesine ve milletine hizmet etmiş, kısacası “görmüş geçirmiş” vatandaşlardır emekliler. Bugün pek çoğu bazı sağlık sorunlarıyla boğuşurken, binlercesi de ekonomik koşulların zorlamasıyla ek bir iş yapıp üç beş kuruş daha kazanabilmenin peşindedir. Yurdum emeklisi bu durumda iken, ekonomisi güçlü ülkelerin emeklisi turistik turlara katılıp ömrünün son demlerinde hayatın tadını çıkarmaktadır. Bir tercüman olarak çok kez tanık olmuşumdur ki bu söz konusu ülkeler, kendilerinden emekli olan başka ülke vatandaşlarını emeklilikte bile kendi vatandaşlarından ayrı tutmamaktadırlar. Yasalar önünde eşit hizmet vermektedirler. Şurası asla göz ardı edilmemelidir ki, emekliler her ülke için “bugünün dünü”dür. Bir bakıma, bugünü kuranlardır. Tarihini bilmeyenlerin geleceği görmesi ne kadar umutsuz ise, yaşlılarına değer vermeyenlerin de gençlerine sağlıklı bir gelecek sunmaları o kadar zordur. Bugün ülkemizdeki emeklilerin büyük bir çoğunluğu 60-65 yaşın üzerindekilerden oluşmaktadır. Emekli ve emeklilikle ilgili böyle bir başlangıç yaptıktan sonra bakışlarımızı yaklaşık bir yıldan beri yaşamakta olduğumuz salgın hastalık COVID-19 ve bu konuda alınan önlemlere ve yapılan uygulamalara çevirelim. Pandemi, yani salgın hastalık dönemleri elbette zor ve sorunlu dönemlerdir. Çünkü söz konusu olan, “toplum sağlığı”dır ve bu toplum her yaş grubundan insanı kapsamaktadır. Ülkeler barış zamanında olası savaşlara hazırlanma konusunda gösterdikleri gayret ve çabaların daha fazlasını, sağlıklı dönemlerinde olası bir salgın hastalık için hazır olmaya harcamalıdırlar. Bu durum günümüz koşullarında maalesef her ülke içinde az ya da çok tartışma konusu olagelmektedir. Bizim ülkemizde de çokça tartışılıp eleştirilen önlemlerin başında 65 yaş üzeri insanlarımıza yapılan uygulamalar gelmektedir. Şüphesiz, emekliliği hak etmiş bir insanın yaşam deneyimi, hatalardan aldıkları dersler ve yanlışların doğuracağı sonuçları biliyor ve görüyor olmaları onları gençlerimize oranla daha bilinçli kılmaktadır. Nitekim sokağa baktığımızda kurallara daha saygılı ve sorumluluğunun bilincinde olan kitleyi de bu yaş grubu oluşturmaktadır. Bu durumda, diğerlerine oranla serbestliği daha çok hak eden 65 yaş üstü insanımızın -ki bunlar genellikle “emekli” vatandaşlardır- bir bakıma evlerine hapsedilmiş olması onların sorunlarını arttırmakta ve dahası can sıkıntısı, evham, terk edilmişlik kuruntusu gibi psikolojik olumsuzluklar ilerleyen yaşlarında ağır yük oluşturmaktadır. Hareketsizlik ise, yılların yorgunluğunu taşıyan eklemlerine ve iskelet yapılarına hiç de iyi gelmemektedir. Maskesini bir değil iki tane takan, kolonyasını ve dezenfektanını yanında taşıyan, emniyet kemerini herkesten önce yerine geçiren, eczanede, markette, hastanede sosyal mesafe kuralına uyan ve uymayanı dayak yeme pahasına uyaran, çevre temizliğine en çok titizlenen ve kuralları çiğnemenin değil, onlara harfiyen uymanın olgunluk ve erdem olduğunu iyi bilen 65 yaş üstü insanımız ve emeklimiz daha bilimsel ve daha mantıklı uygulamaları hak ediyorlar. Yaşlılarımızı salgından korumanın tek yolu onları eve hapsetmek olmamalıdır. Ülkemizde 65 yaş üstü nüfusun %17 si tek başına yaşıyor, %13.4 ü halihazırda bir işte çalışıyor(KONDA Aralık 2019). Bütün bunların ışığında, yaşlılarımızı salgından koruma amaçlanırken, alınan önlemler “yaş ayrımcılığı”nı akla getirmeyecek ölçüde olmalıdır.
Saygılarımla.