Kadıköy-Yeldeğirmeni’nde, altı katlı dev bir binanın altıncı katı. Binanın adı da “Celal Muhtar Apartmanı”. (Bakınız: Google Celal Muhtar Apt.) Atatürk’ün doktorlarından Akil Muhtar’ın ağabeyi olan Dr. Celal Muhtar tarafından , Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaptırılan bu bina, Kadıköy’ün ilk çok katlı binalarından olup, mahalleli tarafından “Fransız Apartmanı” olarak bilinse de, aslında ilk Türk apartmanları arasındadır. Asansörü olmayan binanın ışıl ışıl parlayan mermer basamakları hâlâ gözümün önündedir. Vaktiyle Celal Muhtar’ın da yaşadığı bu bina ne depremler, ne fırtınalar yaşadı kim bilir?
1976 yılında ise, çiçeği burnunda bir öğretmen olarak, soluğu Kars’ta aldım. Apayrı bir coğrafya, farklı bir iklim, eski bir yerleşim bölgesi. Çoğunluğu Ruslardan kalan (1878-1918) binaların bir kısmı o tarihlerde resmi kurum binası olarak faaliyette idi. Çift kapı, çift pencere, kalın duvarlar ve Rus-Baltık mimarisi.
Her hafta sonu Muğla’daki ailemle telefonla görüşebilmek için gittiğim postane binasını çok iyi hatırlıyorum. Telefon kabinlerine açılan iç kapı neredeyse tabandan tavana kadar uzanan büyüklükte ve ahşap olmakla beraber, açıp kapatmada zerre kadar güçlük yaşanmıyordu. Ruslardan kalma Vali Konağı ise,1883 tarihinde yapılmıştı. 1977 yılında ilk kez öğretim hayatına başlayan Gazi Kars Ortaokulu da böyle bir binaya yerleşti. Bina, duvarların içine yerleştirilmiş ısıtma sistemiyle ısınıyordu. Burada bazılarını andığım bu binalar, çetin iklim koşulları ve afetlere rağmen günümüzde hâlâ dimdik ayakta duruyorlar. Buraya kadar aldığım örneklerin yaşı, günümüzden bir asır öncesine dayanıyor. Oysa bugün, bu güzel topraklara, Anadolu’ya şöyle bir baktığımızda, binlerce yıldan beri ayakta duran tarihi değerlerimizi görüyoruz. O çağda hangi teknolojik olanaklarla yapıldıklarını çoğu kez kestiremediğimiz ve hayranlıkla bakakaldığımız eserler azımsanmayacak kadar çoktur. Barınmanın tek amaç olmadığını; uygulanan iç ve dış mimari özelliklerinde, binalara zenginlik ve bizlere de o günlerden mesajlar veren sanatsal ustalıkta görmek pekâlâ mümkündür. İlçemiz sınırlarında bulunan Metropolis ve Selçuk’ta Efes antik kentleri gibi daha onlarcası buna örnek teşkil etmektedir. Çok eski yerleşimlerin tarım arazileri dışında oluşturulması, bugün bile rahatlıkla görülebilen şehir planlamacılığı pek çoğumuzu hayrete düşürecek çaptadır. Türk-İslam mimarisi eseri olan Sultanahmet Camii 6 minareli olup, 1616 yılında yapılmıştır. Yapımında padişahın bile çalıştığı bilinir. Edirne’de, 1575 yılında açılan Selimiye Camii, Mimar Sinan’ın “ustalık eseri”dir. 1548 tarihli Mihrimah Sultan Camii’nin yapımında esas alınan güneş ışığı ve zamanlaması öyle bir ayrıntıdır ki, efsane gibidir. Bugün de içinde namaz kılınan bu camilerin yapım tarihine dikkatinizi çekerim. Gelelim günümüze. Yıl 1983, yer Diyarbakır. Büyük bir gürültüyle çöken “Hicret Apartmanı” enkazından 93 cansız beden çıktı. Daha dün, 6 Şubat 2019 günü İstanbul Kartal’da çöken “Yeşilyurt Apartmanı” 21 kişiye mezar olmadı mı? Can kaybı olmadan çöküp yıkılan binaların haddi hesabı yok. 500 yıllık bir caminin minaresi sapasağlam dururken, günümüz camilerinin minareleri ya da çatıları sıradan fırtınalara bile dayanamayıp yıkılıyorsa, oturup düşünmek gerekmez mi? Yüz küsur yaşındaki binalar hâlâ hizmet vermeye devam ederken, dün yapılan konutların çöküp, insanlara mezar olmasının bir bedeli mutlaka olmalıdır. Eksik malzeme kullanımı, yanlışlara göz yumulması, ahbap çavuş ilişkisiyle uygunsuz izinlerin verilmesi, imalatta yerindelik ve kalite aranmaması maalesef toplumsal bir hastalıktır. Vatandaşı yanlış yapmaya adeta sevk eden ve farklı çıkarlara hizmet eden “af” uygulamaları da cabasıdır. Aslında işin özü “dürüstlük”te saklıdır. Alın teri ile kazanılan 3 kuruşun, yolda bulunan 5 kuruştan daha değerli olduğu öğretilmelidir insanımıza. Görev ahlakı ve ticaret ahlakı bu nedenle önemlidir. “Emek” yüce değer olmalı ve karşılığını da görmelidir. “Dürüstlük” yolunun mutlaka “iyi ahlaklı” olmaktan geçtiği unutulmamalıdır. Fırsatçılığın ve anlamsız hırsın önü alınamadığı ve kuralları çiğnemek “uyanıklık” sanıldığı sürece bu memlekette “Hicret” ya da “Yeşilyurt” apartmanları bitmez. Bu pencereden baktığımızda ise, çöküp yıkılanın, aslında “binalar” değil, “toplumsal ahlâk” olduğunu görürüz. Çöken “biz” olmaya devam ederiz. Unutmayalım ki; görevini en iyi yapan, vatanını en çok sevendir. Saygılarımla.