Türkçe’deki en güzel ve absürt deyimlerinden biridir: “Sana yalan borcum mu var?” bilirsiniz, yalan için bir gerekçe gösterilmeden yalan söylemekle itham edilen kişilerin sözüdür. Benim bu yalanı bir çıkarım olmadığına göre geçmişteki başka bir mevzudan kalan borcu kapatıyor olmalıyım. Sözün absürtlüğü ortada yalanla kapatılacak bir borç varsa dahi bu borcun ters yönde olması gereksiniminden kaynaklanıyor. Yalan söylemekten yarar sağlayacak kişinin, yalanı söyleyen olmasını bekleriz, dinleyen değil. Tabi ölümcül hastaya son üç ayın kaldığını söylemek yerine, “Çok iyisin gez, toz, eğlen” dediğiniz durumlar hariç. Bunlar küçük beyaz yalanlardır.
Konuya Oxford sözlüğünün 2016’da yılın kelimesi olarak seçtiği ‘hakikat ötesi’ (post-truth) kavramından girelim. İnternetin birincil iletişim aracı haline geldiği çağımızda, politikacılar, bir noktada, söyledikleri yalanların ortaya çıkmasının pek büyük problem olmadığını fark ettiler. Çünkü hitap ettikleri kitle yalan ne olursa olsun bu durum karşısında kulaklarını tıkamayı başarabiliyorlardı. Ortalama üç sözün dördü yalan olan siyasetçiler kendilerine karşı yapılan yayınların, haberleri ve kanıtları ne olursa olsun, kurmaca, komplo olduğunu bu atılan iftiralardan kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi temize çıkartıyorlar. En büyük sebebi kendilerine körü körüne inanan kitlenin olmasıdır. Birisi karşı görüşünü belirtiyorsa iktadarı ele geçirmek isteyen karanlık güçlerden olmakla suçlanarak vatan haini ilan ediliyor. Yalanlara inanmamak da suç sayılan bir ülkeden bütün dünyaya saygılar.
Siyasetçiler bol keseden sallamasını alışkanlık edindiler. Hiç kanıtlama gereği duymuyorlar. Söyledikleri şeylere karşı sorumluluk hissetmiyorlar. Daha önceleri gerçekler ortaya çıkarsa başlarının derde gireceği korkusu vardı. Ama öyle bir Türkiye yarattılarki yalanlar ile gerçekler birbirinden ayırt edilemiyor ve bu şekilde işler tıkır tıkır işliyor. Atasözleri ile açıklamak istiyorum ama gerçek şu ki gazetecilerin üzerindeki baskılardan dolayı kelimelerim süzgecimde takılı kalıyor.
Elbette yalan, siyasetin içinde her zaman vardı.
Nazım Hikmet’in şiirinde bahsettiği gibi
Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
Yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
Biz, akla ve bilime dayalı modern uygarlığımızı kurup demokrasi ile yönetilen ülkeler tasarlarken, körü körüne inanmanın insanın hamuruna işlendiğinin farkında değildik.
Gerçekler ortaya çıktığında neden-sonuç ilişkilerini takip ederek sorgulama kısmına geçeceğine ne kadar da kolay kaptırmıştık kendimizi bu inancın boş olduğunu bizzat yaşıyoruz. Açıklanan o kadar şeyden sonra hala sorgulama işlemini devreye sokmayan vatandaşlar var. Yalanın ne kadar ikna edici bariz ortada.