Dinlenmek, yaşamı bütün bu hengamesinden kaçmak için sakin bir hayat kurma düşüncesi özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanları ara sıra yoklar.
Bu konu üzerinde özellikle iş hayatının etkisi büyük. Meslek seçerken etkisi altında kaldığımız aile, arkadaşlar, öğretmenlerimiz, hatta medya, televizyon, diziler hayatımızın geri kalanını, büyük bir kısmını etkiliyor. Hangi mesleği yapacağımızı ilk belirlediğimiz üniversite tercihlerini yaptığımız zaman bu meslek tam bana göre diyor, kariyerimizi o yönde inşa etmeye başlıyoruz. Mesleğimizi seçerken sadece rahat, yormayan, dışarıdan bakıldığında imrenilen, eğlenceli meslekleri tercih etmeye çalışıyoruz ve tabi ki kazancı iyi olan. Dışarıdan göründüğüne göre manken, spiker, gazeteci, şarkıcı, pilot, hostes, genellikle medya sektörü hem çok kazandıran hem de kolay olan meslekler. Tabii bunu bir de bu mesleklerin sahiplerine sormak lazım. Bizim yapılması kolay zannettiğimiz mesleklerin bilmediğimiz birçok zor yönü olabiliyor. Yani aslında podyumda iki adım yürümekle, ekranda yazanı okumakla, şarkı söylemekle olmuyor. Bu tarz popüler mesleklerin göründüğünden çok daha fazla zorlukları var.
Örneğin; mankenler düzenli olarak spor yapmalı, belirli bir kiloda ve bedende olmalı. Bir manken defileye çıkacağı zaman ayrıca bir hazırlıktan geçiyor çeşitli provalar yapıyor, öyle yürüdüm bitti durumu yok yani. Kim bilir o yüksek topuklu ayakkabılarla yürümek, buna alışmak ne kadar zordur. Saatler süren, gecesi gündüzü olmayan provalar, defalarca tekrarlanan koreografiler… Defile anı çekilen cefanın sefası gibi. Mankenler bu tür gösterilerde kendilerini ne kadar gösterebilirse kariyerleri de ona göre şekilleniyor. Sadece bunlarla kalsa iyi. Moda, kozmetik gibi mesleğiyle yakından ilgili olan sektörler hakkında da bilgi sahibi olmaları gerekiyor. Dönemin moda akımlarını takip etmeli ve uymalı. Akıma ters bir şekilde hareket etmemesi bekleniyor. Bütün bunları yaparken de her zaman, her yerde güzel görünmeli, fiziğine dikkat etmeli.
Gazeteciliğe gelecek olursak, medya sektörünün o ışıltısı, ünü gazetecilere pek uğramıyor. Onlar sadece bir avuç star, sadece onlar iyi kazanır. Sadece televizyon ekranında gördüğümüz spikerler, sunucular değil, haber merkezinde oturup haftanın neredeyse her günü başkalarının yaptığı haberleri düzelten editör de gazeteci, adliye kapısında her türlü hava şartlarında bekleyen, haberden habere koşan muhabir de gazeteci, her akşam başka bir davette birilerini öven yazılar yazan yazar da gazeteci… Kısacası gazetecilik diye tek tip bir meslek yok. Bu işi, yıldıza aldanarak yorumlamak pek de doğru değil.
Keza “ünlü” olarak nitelendirdiğimiz kişiler de zaman zaman birçok şeyden feragat etmek durumunda kalıyorlar. Özel hayatlarının herkesin gözü önünde olmasından dolayı konuştukları, giydikleri şeylere hatta gittikleri yerlere kadar dikkat etmek zorunda kalabiliyorlar. Çoğu zaman görüntülenmemek için gizli saklı hareket edip tatillerinde bile ona göre mekanlara gittikleri, birazcık sakinliğe hasret kaldıkları da oluyor elbette. Zaman zaman herkes yalnız kalmak ister, hele ki hayatı bu kadar göz önündeyse…
Öğretmenlerin, doktorların, dertsiz gibi görünen büyük şirket, holding sahiplerinin bile uğraştığı kim bilir neler var. Hiçbir şey olmasa farklı insanlarla, çeşit çeşit insanla vakit geçirmek, hiçbirini kırmadan konuşmak, hepsini memnun etmek, psikolojik olarak bir süre sonra yeterince yıpratıcı, yorucu bir durum.
Dolayısıyla “dışı seni içi beni yakar” sözü birçok durum ve konuda yerini bulduğu gibi mesleklerin bilinmeyen zorlukları konusunda da yerini hemen buluyor. Çoğu şey göründüğü gibi değil, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak gerekir…