Dicle Sevüktekin

Sessizliğe gömülen Demirciler Çarşısı

Dicle Sevüktekin

Dışarıdan ilk gördüğünüzde, kocaman bir tabelayla sur mimarilerini andıran eski, büyük taşların üzerine asılmış ve sanki sizi içeriye davet eden ‘Demirciler Çarşısı’ yazısını görünce kendimizi tutamayıp içeri giriyoruz. Ancak kimseye selam bile vermeden diğer ucundan çıkıp gidiyoruz.

Zamanında gece gündüz çalışan demirciler, bakırcılar sanki şimdi her biri aynı yere toplanmış ve bir zamanlar insanların eli ayağı olan bu zanaatkarlar, yine şimdi, insanların zamanın yeniliklerini nasıl kullandığını izlemeye bırakılmış gibi…

Çarşıya girdiğimizde, genelde hala az çok işçilik yaparak bakır süs eşyaları satan, yaşını almış amcalarla karşılaşırız. Biraz sohbet etsek, farklı hayatlara misafir olsak, ne kadar mutlu olurlar aslında ama nerde…

Kim bilir belki şimdi orda demircilik yapan amcaların dedesinin dedesi zamanında geçimini demircilikle sağlamıştır. O zamanki dedeler oğullarına mesleğini öğrete öğrete şimdi bizim gördüğümüz amcalar da sanat diyip yerini almıştır o kızgın tezgâhlarda.

Ununu eleyip eleğini asma aşamasına gelse de o amcalar yine de işlerini o kadar çok seviyorlar ki hala her yeri alet edevatla dolu 2 metrekare dükkânlarından ayrılamamışlar. Ancak eskiden yaşanan zorluklardan sonra şimdi sahip olunan kolaylıklara ayak uyduramayınca bazı meslekler de yok olmaya mahkûm oldu. Demirciler çarşısı da bu mesleklerle, demircilerle, bakırcılarla, hasırcılarla, semercilerle, kalaycılarla dolu. Her şeyin yerine fabrika ürünleri çıktı, insan eli ürünü de öldü. Çarşıdaki amcalar da bunlara seyirci kaldı. Haliyle fabrikaların hızına yetişemedi.

Şimdi hayat zor. Eskiden böyle miydi? Giderdik bakkala: “Arkadaş! Benim misafirim gelecek bana fasulye ver, yağ ver, bide 5- 10 kuruş ver” der çıkardık. Çalışıp paramız olunca giderdik yine; ne kadar borç var derdik, 100 lira. Al şuradan 50 lira, yine ihtiyaçlarımızı alıp çıkardık. Öyle hepsini vermek de yok. Ne oldu şimdi o bakkallara… Şimdi biz o bakkalların borcunu ödeyebilir miyiz? Teşekkür etmemiz lazım onlara. Mahcup etmedi bizi dosta düşmana. Onlar gitti sanatta gitti. Boşuna mıydı koskoca kabarık mı kabarık, karalayıp silmekten yıpranmış bakkal defterlerinin ünü.

Onlar zamanında parasız kaldığımızda para, şekersiz kaldığımızda şeker verdi. İşte o bakkalların hakkını ödeyemeyiz. Demircilerin, çarşıdaki diğer zanaatkârların kaybolmasının sebebi de bu işte, biz paylaşma duygusunu kaybettik aslında.  E zorda olanın halinden en iyi zorda olan anlar. Arkamızda böyle insanlar olmayınca geçim kaygısıyla,  çoluk çocuğunun öncelikleriyle bir zanaatkâr da yetiştiği alet edevatı alamıyor işte. Alamayınca da sonu geliyor.

Memleketin “can damarı” olan demirciler yoksa, “çiftçi elsiz ayaksız” demekmiş 70’li yıllarda.
Bahçe kazanın küreği, ot biçenin orağı kırılsa demircide alırmış soluğu. Öyle dıştan bakınca kara kuru, derme çatma, biraz da dağınık yerler olsa da demirci dükkânları, aynı zamanda çiftçinin elini kolunu da bağlarmış yokluğunda…

Şimdiki gençler tembellikten başka bir şey için çalışmıyor. Erkek de kız da her şeyi yapmayı bilecek. Çabalamayı bilecek. Yuva kurduğunda başa çıkmayı öğrenecek. Eskiden ter çoktu. Kolaylık yoktu. Bahçen için kazmayı elle yapardın. Yani eskiden bereket vardı.

Ben elinde, “balyozu, çekici olan demircilerden” bahsetmek isterdim size. Ama artık demirciler de tek tek, sessizce ayrılıyorlar aramızdan… Demircilerin, “zaman içinde kayboluşlarını” fark edemiyoruz bile. Herkes hayatın temposuna kaptırmış kendini. Demirciler çarşısı artık babadan oğula bile devri olmayan ‘sessiz’ bir tıkırtı…

 

Yazarın Diğer Yazıları