Dicle Sevüktekin

TV ve kadın

Dicle Sevüktekin

 

Toplumsal cinsiyet kavramı, insanları kadın ve erkek olarak ayıran, cinsiyet kavramından farklı olarak kadın ve erkeklerin sosyal yaşamdaki rol ve sorumluluklarına değinerek, toplumun insanları nasıl algıladığı, nasıl davranılmasını istediği ve bireylerden neler beklediğine ilişkin tanımları barındıran bir kavram olarak tanımlanabilir.

Toplumsal cinsiyet konusunda yapılan çalışmalar, toplumlarda var olan “toplumsal cinsiyet” kavramına ilişkin kalıpların, özellikle kadının küçümsenecek bir durumda olduğunu; kadının ikincil konumda olduğunu ve bu ayrımcılığı yeniden ürettiğini vurgulamaktadır. Aynı zamanda kitle iletişim araçları da bu algının yerleşmesinde öncü bir rol oynamaktadır.

Bu kavramı pekiştirme, topluma toplumsal cinsiyet kurallarını benimsetme görevini de kısa bir sürede geniş kitlelere ulaşabilen televizyonlar üstlenmiş durumda. Özellikle dizi ve filmlerde, senaryonun akışında fark edilmeyen ancak izleyicilere aşılanan, bilinçaltına yerleştirilen bu kalıplar, gün geçtikçe “eşitlik” kavramının değersizleşmesine yol açıyor.

Dizilerin ailece izlenebilmesi, aynı zamanda reytinglerin yüksek olması demek. Dolayısıyla reytinglerin yüksek olması için dizilerin senaryolarının aile yapısına, aile içindeki davranışlara, aile bireylerinin rollerine uygun olması gerekiyor. Hatta zaman zaman aile içi şiddeti de görebiliyoruz. Aile yapısının televizyon dizilerindeki yeri, toplumun kültürüne, değerlerine ve beklentilerine de uygun olması gerekiyor. Bu da toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretilmesi ile gerçekleşiyor. Toplumsal cinsiyet kavramı, dizilerde özellikle “otoriter baba” rolü üzerinden aşılanıyor.

Kitle iletişim araçlarının kadınlara aktardığı mesaj, yerleşik iktidarı ve kadının ikincil konumunu pekiştirmeye yönelik, dizi ve filmlerde de bu durum onaylanmakta. Dizi izleyen bireylerin daha çok ev hanımları olduğunu düşünürsek, farkında olmadan alınan mesaj doğrultusunda stres, depresyon bezeri bazı psikolojik durumların ortaya çıkması da kaçınılmaz oluyor.

Kadının yeri, kocasının yanıdır”, “elinin hamuruyla erkek işine karşıma” gibi geleneksel söylemlerde de karşılığını bulabileceğimiz toplumsal cinsiyet kalıpları, sinema filmlerinden televizyon dizilerine ve haber metinlerine kadar birçok medya ürününde karşımıza çıkıyor.

Günümüzde yayında olan dizilerin çoğundaki ortak nokta, “ideal” bir kadın görüntüsü oluşturmaya çalışmak, kadınının görevlerini hatırlatmak, pekiştirmektir. Kısaca söylemek gerekirse, son dönem yerli dizilerde, sürekli tekrar edilerek benimsetilen, normalleştirilen kadınlık halleri görülmektedir.

Sonuç olarak, toplumsal cinsiyet normları doğrultusunda kadın ve erkek arasındaki rol dağılımında; meslek ve gelir gibi maddi görevler erkeğin, tüketim, evin sorumluluğu ve annelik ise kadının görevi olarak algılanmaktadır. Halbuki çalışan kadınların sayısı küçümsenmemeli. Dizi ve filmlerde yansıtılan kadınların ikincil, tüketici, vasıfsız konumu kesinlikle aşağılayıcıdır. Ancak, ne yazık ki bu tür mesaj içeren diziler ve filmler daha çok izleniyor, haliyle daha çok maddi kazanç sağlıyor. Dolayısıyla ilk önce zihniyetin değişmesi gerekiyor…

Yazarın Diğer Yazıları