Sadece bizim dilimizde değil diğer birçok dilde de “engelli” ve “engellilik” anlamına gelen birden fazla sözcük bulunuyor. Biz günlük hayatımızda en çok engelli, özürlü ve sakat sözcükleri arasında kalıyoruz. Bunun doğrusu nedir, ne denmelidir hiç sorgulamak, öğrenmek yok…
Herkesin yaşadığı bu karmaşanın kesin, net bir çözümü yok aslında. Engelli durumunda olan kişiler de bilmiyor ayrımı. Öyle ki bizler kör, âma, görme engelli, görme özürlü, az gören şeklindeki sözcükleri bazen aynı durum için, bazen farklı durumlar için kullanıyoruz. Hepimizin kafası karışık bu konuda. Adlandırmadaki bu farklar, zaman zaman o kadar çok tartışmaya neden oluyor ki bu tartışmalar, gerçek sorunların önüne geçebiliyor. Engellinin kim, engelliliğin ne olduğu açık bir biçimde ortaya konmayınca, engellilere yönelik politikaların, yasaların ve hizmetlerin kapsamı da belirsizleşiyor. Bu belirsizlik de uygulamada pek çok sorunu beraberinde getiriyor.
Engelli sözcüğü Türk Dil Kurumu’na göre engeli olan, vücudunda eksik veya kusuru olan şeklinde tanımlanıyor. Bireyin fiziksel işlevlerindeki bu bozukluk(engel) ve bunların hareket yeteneğinde yarattığı eksiklik çeşitli zorlukları da doğuruyor. Bu durum da bireyi toplumun diğer bireylerinden farklı kılıyor. Neden “farklı” kılsın ki asıl sorun bu “fark” sözcüğünü kullandığımızda başlıyor aslında. Bu farklılık engellilerin yaşadığı ayrımcılığın da asıl nedeni haline geliyor. Hatta engelli bireylerin kullandıkları arabaların plakalarında bulunan engelli amblemini bu ayrımcılığa örnek olarak gösterebiliriz. Herkesin arabasını bir başkası kullanabiliyorken, engelli birinin arabasını sırf bu amblem yüzünden kendi dışında kimse kullanamıyor. Zaten her türlü durumda, her konuda yapılan bütün ayrımcılıkların sebebinin “farklı olmak” yani alışılmışın dışında olmak olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu gerek pozitif ayrımcılık olsun gerekse negatif, hepsinde aynı.
Öyle veya böyle, bir şekilde doğuştan veya sonradan gerçekleşen çeşitli nedenlerden dolayı insanlar bazı uzuvlarını kaybetmiş olabilir. Hepimizin gerekli özeni gösterip saygı duyması gerekir. Çünkü bu kişiler sahip oldukları “farklılıktan” dolayı toplumdan uzaklaşıp içe kapanık, asosyal oluyorlar. Neden? Tabi ki “normal” insanlar yüzünden. Peki buna hakkımız var mı?
Kesinlikle yok!
Toplumsal desteğin yetersizliği, toplumun dışlayıcı tutum ve davranışları engellilerin topluma eşit bireyler olarak katılmasını önlüyor. Engellilerin toplumla bütünleşmesindeki en önemli sorun ise istihdam sorunu. Bazı özel şirket ve kamu kuruluşları dışında açılan engelli kontenjanının haricinde iş bulmakta güçlük çekiyorlar. Halbuki çalışmak hepimize var olan insani bir “hak”. Aynı zamanda çalışmanın bireysel ve toplumsal refahın sağlanmasındaki önemi tartışmasız bir gerçek.
Ancak çalıştığımız iş, bindiğimiz otobüs, yürüdüğümüz kaldırım, okuduğumuz okul, hastane, alış veriş merkezleri kısaca içinde yaşadığımız çevre engelli bireylerin ihtiyaçları düşünülerek geliştirilmiş değil. Düşünülerek yapılan ufak tefek şeyler olsa da insanlar bunun bilincinde olmadıkları için onlar da pek bir anlam ifade etmiyor. Görme engelliler için kaldırımlara yapılan kabartmaların şehirlerin her bölgesinde olmaması, olan yerlerde de kaldırıma araba park edilerek bu işaretli yerlerin kapatılması bu bilincin oluşmadığının en basit ve en net örneği.
İş yerlerinde ise uygun asansörler, tuvaletler vb. şeylerin olmaması, otobüs, vapur gibi toplu taşıma araçlarına binerken de ayrı zorluklarla karşılaştıkları, yine aynı şekilde eğitim görülen okullarda da gerekli donanımların yetersiz olduğu sürece engelli bireylerin kendilerini “farklı” toplumdan dışlanmış hissetmesi gayet normal. Madem bu durumdan rahatsızız o zaman ona göre daha saygılı ve duyarlı davranacağız. Ne acı ki bu örnekleri daha da çoğaltabilir durumdayız. İstenilen, beklenilen bütün düzenlemeler yapılsa da bizdeki bu duyarsızlık bilinçsizlik olduğu sürece ne engelli bireyler daha eşit, daha mutlu yaşayabilir ne de toplumca bilinç seviyemizi artırabiliriz. Asıl bilinçler, vicdanlar, ve zihniyetler engelli olmasın. Duyarlı olalım…
Dicle SEVÜKTEKİN