Mazlumlar sevinmeli ölüm var diye…
Çünkü şu gök kubbe altında zalimlerle eşitlendikleri tek zemin o.
Anlılarda bütün yaşam süreçlerinin geriye dönüşü olmayacak bir biçimde durması…
Tıp böyle tanımlıyor ölümü.
Çevrel damarlarda nabzın durması, kalp atışı ve solunumun kesilmesi, gözde kornea refleksinin kaybolması, derinin solması ve kasların gevşemesi.
Böylece başlıyor dönüşü olmayan yolculuk.
Buraya kadar geliyor insanoğlu ve bilim. Bu noktada kapı kapanıyor herkesin yüzüne ve ölüm tüm sırlarıyla kapının ardında kayboluyor.
Çünkü ölümü yazan Yüce Allah şöyle buyuruyor;
Şüphesiz her can ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ve şer ile deneriz. Sonunda bize döndürülürsünüz. (Enbiyâ Suresi, ayet 35)
Nerede olursanız olun, velev ki sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size ulaşır. (Nisâ Suresi, ayet 78)
Beden muhteşem bir makine, ancak ölüme ayarlanmış. Hiç garantisi yok… Saat gibi işleyeni bile ansızın duruveriyor.
Bedenin ölmesi biyolojik bir olay. Kalp atışı ve solunumun durmasıyla birlikte, dokular oksijen alamadıkları için canlılıklarını yitiriyorlar. Bilhassa oksijene en çok ihtiyaç duyan beyin dokuları oksijensizlik nedeniyle çabucak ölüyorlar. Beynin ölmesi ile birlikte diğer dokular da birbiri ardınca beyni takip ediyor ve beden biyolojik olarak bitiyor.
Gelişen teknoloji sayesinde, yapay solunum, kalp ve akciğer pompası gibi kimi cihazlarla bazı vakalarda yeniden canlandırma yöntemi uygulanıyor. Organ ve doku nakilleri, diyaliz, kalp pili ve benzeri yapay yön-temler, hastaların hayatlarını bir süre daha sürdürmelerini sağlıyor. Ancak bütün bunlar neticede ölüme çare olmuyor. Çünkü sağlam insanlar da ölüyor. Sonuç olarak, ölüm kesinleştiği an, hiçbir yöntem fayda etmiyor.
Ölümün, insanı ne zaman ve nerede yakalayacağı belli olmuyor. Bazen kişi, kendisini ölüme en uzak hissettiği yerde ölümü karşısında buluyor. Bazen de ölüm, “ben geliyorum” diyor.
Ölüm ciddi bir mesele.
Her ciddi şeyden daha can sıkıcı.
Olur da aklımıza gelirse, “daha var, düşünme” diyor şeytan.
Biz de öyle yapıyoruz…
Tolstoy; “Hayatı anlamayanlar, ölümü hatırlamayı arzu etmezler” [1] diyor.
Sebebi her ne olursa olsun, ölümü, koskoca bir yaşam boyunca düşünmemiz gereken veya bizi düşünmeye iten şeyler arasında, atabildiğimiz kadar gerilere atıyoruz. Yaşamla ilişkili her şeyin öncesi ve sonrası için kararlar, tedbirler almamıza veya bir şeyler gerekiyorsa yapmamıza rağmen, ölüm karşısında hep kayıtsız kalıyoruz. Sanki ölüm bize değil, sadece başkalarına yazılmış gibi.
Bir gün bir cenaze sırasında ashabına şöyle buyurmuş Peygamberimiz (s.a.v.) ;
“Söyleyin, bizim üzerimize de ölümü yazmadılar mı?
Söyleyin, götürülen bu cenazeler hemen dönecek olan misafir midirler?
Onları toprağa gömeriz, miraslarını yeriz, bir gün kendimizin de onlar gibi olacağını aklımıza bile getirmeyiz.”
Teşekkürler Ahmet Deniz ufkumuzu Açtınız İnşallah!
ALLAH’A EMANET OLUNUZ.