Kaygı bizim alarm sistemimizdir. Tehlikeyi sezdiğinde çalar. Her iyi çalışan alarm sisteminin yaptığı gibi bizi tehlikelere karşı uyarır; bu nedenle bütün canlılar için yaşamsal bir değeri vardır. Bazen karşı karşıya olduğumuz durum gerçekten tehlikelidir; bazen de tehlike o kadar büyük olmadığı halde onu abartma eğiliminde olabiliriz. Kaygının hangi durumlarda normal kabul edildiğini, hangi durumlarda kaygı bozukluğunun göstergesi olduğunu bu iki durum arasındaki ayrım belirler.
Gerçek bir tehlike ile karşı karşıyaysak kaygı elbette gereklidir. Çünkü gerçek bir tehlike, fiziksel ve/veya ruhsal bütünlüğü tehdit eder. Böyle bir durumda hepimiz korkarız ve tehlikeli gördüğümüz şey her ne ise kendimizi ondan korumak isteriz. Kendimizi koruma davranışını içgüdüsel olarak yaparız, düşünmeyiz bile. Korunmak için önlemler alır, tehlikeyi alt etmeye ya da ondan kaçmaya çalışır, bazen de donmuş gibi yapar bizi görmeden gitmesini sağlamaya çalışırız. Bu sistemin işleyişi temelde bütün canlı türlerinde aynıdır.
Peki kaygı ne zaman ve ne şekilde hastalığa dönüşür? Karşı karşıya olduğumuz şey gerçekte tehdit edici değilse ve baş etme kaynaklarımızı olduğundan daha yetersiz görüyorsak geçici veya kronikleşmiş kaygı bozukluğundan bahsediyor olabiliriz. Kaygı bozukluğu yaşayan kişiler korkularını kontrol etmekte zorluk çekerler; korktukları şey onlar için çok tehdit edicidir. Aynı zamanda bununla baş edemeyeceklerine inanabilirler. Tahmin edebilirsiniz ki; alt edemeyeceğini düşündüğü bir tehdidi sürekli ensesinde hissetmek, bunu yaşayan kişi için kolay bir durum değildir. Kaygı bozukluğu yaşayan kişiler enerjilerinin büyük bir kısmını tehlikeli buldukları şeylerden kaçmaya çalışmakla harcayabilirler. En acısı da onlar bütün enerjilerini kullanarak kaçmaya çalıştıkça, kaygıları artmaya devam edecektir.
Kaygı bozuklukları terapisinde amaç; kişinin tehlikeli gördüğü durumla baş edebileceğine dair inancını artırmak, tehlike inancını azaltmaktır. Tehlike inancını azaltmak ise korkulan şeyden kaçarak değil, onunla yüzleşerek gerçekleşebilir. Kapalı alan korkusu olan biri sinemaya gitmekten kaçındıkça, sinemanın tehlikeli bir yer olmadığını asla öğrenemeyecektir. Böyle bir durumda yaşam kolaylıkla her gün tekrarlanan bir kabusa dönüşebilir.
Madem bu kadar zorluyor bizi… Kaygıyı tümden devre dışı bırakabilsek iyi olmaz mı? Kaygı bozuklukları tedavisinde amaç kaygıyı tümden yok etmek midir? Kaygıyı tümden devre dışı bırakmak bizi mutlu bir yaşama götürmez; dahası bu mümkün de değildir. Gerçekten tehlikeli bir durum karşısında kaygı hissetmemek bizi tehlikelere açık hale getirir. Gerçek tehlikelerle karşı karşıya kaldığımızda hissettiğimiz kaygıyı yok etmek istemeyiz. Bazen sert bir rüzgar estiğinde de çalıyor diye araba alarmınızı tümden devre dışı bırakmak ister miydiniz? Yapılması gereken, kediyi araba hırsızından ayırt edebilen hassasiyette alarm sistemleri geliştirmektir. Bu sayede kedi geçtiğinde ya da rüzgar estiğinde alarm çalmaz ve yaşamımız korku dolu olmaz.