Günlük yaşama baktığımızda, bir babanın çocuğuna şiddet uyguladığını, bunu yaparken bir de güldüğünü görüyoruz. Çocuk neyi yanlış yaptığını neden cezalandırıldığını bilmediği gibi kendisine ödül mü ceza mı verildiğinin farkında değil. Bir taraftan şiddet diz boyu, diğer taraftan davranış bozukluğu had safhada. İnanın bunu yapan eğitimciler de tanıdım. Yanlış, büyük yanlış! Skandal bir yaklaşım tarzı. Çocuklarımız, gençlerimiz bir taraftan medya diğer taraftan eğitim kurumlarında iyiyi doğruyu öğrenme yolunda karmaşık bir güdülenme girdabının içindeler.
PEKİ DOĞRUSU NEDİR?
Peki ödül ve ceza dediğimiz şey nedir tam olarak? Eğitim alanında ceza kelimesini yaptırım olarak düzeltmek daha doğru olacaktır. Çünkü hayata tertemiz bir sayfayla başlayan çocuklarımızın ceza kavramıyla ne işleri olur? Olması gereken şudur; çocuk güzel davranışlar gösterdiğinde onu övmek, somut veya soyut ödüllerle takdir etmek, yüreklendirmek; yanlış davranışlar yaptığında ise onu caydırmak için sevdiği şeylerden men etmek. İşte doğru davranış tarzı budur.
İnsan eğitiminde yaptırım asla şiddet uygulamak değildir, olmamalıdır. Her çocuğun sevdiği şeyler vardır. Yanlış davranış gösterdiğinde sevdiği şeyleri kaybedeceği korkusu büyük bir yaptırım olduğu gibi doğru davranış gösterdiğinde karşılığında somut bir hediye, güzel bir iki çift söz veya tatlı bir gülümseme bile ödül olarak kabul edilebilir. Bunun ölçüsü çok önemlidir.
Çocuğun olağan görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi daima takdir edilmelidir. Ancak yaptığı her iyi davranışta somut ödül verilmesi gibi bir gereklilik yoktur. Bunu daha çok hedeflenen davranışları kazandırma aşamalarında yapmak daha doğru olacaktır. Kazandırmak istediğimiz hedef davranışı ödülle pekiştirip ödülü yavaş yavaş çekerek alışkanlık haline getirebiliriz. Yanlış davranışları söndürmede ise kararlı tutum sergilemenin yanı sıra “shifting” dediğimiz dikkat dağıtma veya ilgiyi farklı bir alana yönlendirme çalışmaları oldukça etkili olmaktadır. Bu yaklaşımlar tüm yaş gruplarında ve farklı zekâ yapılarında işe yaramaktadır.
Şiddet Nerede Başlıyor?
Şiddetin her türlüsü yanlıştır. Fiziksel ve psikolojik şiddet arasında pek fazla fark yoktur. Bir çocuğa veya bir yetişkine yapılan ağır hakaretler, kişiliğine yönelik sarf edilen sözler de şiddet kapsamına girer. Evde babası tarafından annesine fiziksel veya psikolojik olarak şiddet uygulanan bir çocuğun ruh halinin ve davranışlarının normal olması beklenemez. Önünde yaşanan şiddet sahneleri bu çocuğun hafızasına kazınacak ve yaşadığı travmalar tüm hayatını olumsuz etkileyecektir. Evde şiddet görüntülerini izleyen veya yaşayan çocuklar okula geldiklerinde yaşadıkları sosyal ve duygusal travmalar sonucu davranışlarını kontrol etmede güçlük yaşamaktadırlar. Evde baskı ortamında yaşayan çocuklar okulda demokratik yaklaşım sunan öğretmenlerin sağladıkları rahat ortamda aşırı davranışlar sergilemekte sınıf içinde büyük huzursuzluğa ve düzensizliğe sebep olabilmektedir. Sosyal ortama ayak uydurma konusunda sıkıntılar yaşamaktadırlar.
Kimi zaman sabrı taşan öğretmenlerin yaramaz diye etiketlenen ama aslında sorunun büyük parçası aileden kaynaklanan bu çocuklara fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayabilmekte, ne yazık ki yaşanan bu görüntüler tüm öğrenciler üzerinde travmatik etki yaratabilmektedir. Tabi şiddetin hiçbir gerekçesi kabul edilemeyeceği gibi öğretmenin en büyük sermayesi olan sabrını burada göstermesi beklenmektedir. Çünkü önemli olan sorunsuz öğrencilere değil sorunlu öğrencilere sabredebilmektir. Bu tür durumlarda öğrencinin ailesiyle iletişim kurulup rehberlik hizmeti verilmesi son derece önemlidir. Toplumda dayak cennetten çıkmadır sözü inanın yüce dinimize bir hakarettir. Bu söz olsa olsa “dayak cennetten çıkmaktır” şeklinde söylenebilir.
Şiddeti sadece okulda, öğretmende aramak ise son derece yanlış ve haksız bir yaklaşım olur. Şiddeti ortadan kaldırmak istiyorsak önce aileden başlayıp daha sonra şiddete neden olan tüm etkenlere yönelmek gerekir. Çocukların ve yetişkinlerin izledikleri filmler, diziler, bilgisayar oyunları, hatta çizgi filmler dahi şiddet içerikli öğelerle dolu. Bunları ortadan kaldırmadan şiddeti bitirmenin mümkün olmadığı açık bir gerçektir. Ancak bu mücadele en üst düzey yönetim mekanizmalarından başlayıp, eğitim kurumlarında devam etmeli ve medyanın tüm alanlarına yayılmalıdır. Bu anlamda kadına yönelik şiddetin toplumdaki büyük resmin sadece bir parçası olduğunu vurgulamak gerekir.
Toplumda dengeli bireylerin sayısı her geçen gün daha da azalıyor. Düğünlerde, etkinliklerde, kırsalda insanların ellerindeki silahlarla gamsızca ve hoyratça ateş ettiklerini görüyoruz. Yirmi birinci yüzyılda bu cehalet bizi nereye götürebilir? Birbirine saygısı olmayan insanların yaşadığı toplumda huzur olabilir mi?
Uzun lafın kısası insanı şiddetle terbiye etmek ilkel bir yaklaşım tarzı olduğu gibi bunu ödül ve yaptırım yöntemiyle karıştırmak da son derece yanlıştır.
Barışın ve huzurun egemen olduğu bir toplum oluşturabilmek için sevgiyi hakim kılmaktan başka çaremiz yoktur.
İnsan eğitiminin temel felsefesi ceza ve şiddet ağırlıklı değil, sevgi ağırlıklı bir yaklaşım olmalıdır.
Sevginin gücü ile aşılamayacak hiçbir engel yoktur.
Sevgi ile eğitilen çocukların başarılı olmaması mümkün değildir.
Yeter ki kalplerdeki sevgi tohumlarının yeşermesine izin verelim.