ÖĞRETMEN Okuluna girişimizin ilk haftaları. Üst baş perişan. Anadolu’nun güneşinde yanmış, yanık tenli yağız çocuklarız. Elbiseler soluk, yamalı, ayakkabılar boyasız altları delik…
Babam; “şimdi elde, avuçta bir şey yok. Okul size her şeyinizi verecek. Biliyorum ayağındaki kara lastiğin altı delik. İdare et oğlum.”
Okul müdürü yakında ihtiyaçlarımızın verileceğini söylemiş. Aradan günler geçti ses seda yok.
Okulun sinema salonunda toplandık. Okul müdürü disiplinden, kurallardan, davranışlardan başladı konuşmaya orta sıralardan ince, zayıf bir ses:
-Müdür Bey! Hani siz bize öteberi verecektiniz ne oldu?
Bütün başlar o sese doğru çevrildi. Kısa bir sessizlik oldu. Müdür eliyle işaret ederek o öğrenciyi yanına çağırdı. Ufak-tefek birisiydi. Korkarak sahneye çıktı. Müdür önce saçını okşadı. Adını-Soyadını, nereli olduğunu sordu.
-Sen oradan bir şey söyledin. Ne söyledin?
-Şey, efendim siz bize bir şeyler verecektiniz…
Müdür;
-Hayır! Hayır! Oradan söylediğini tekrarla. Öğrenci:
-Hani siz bize öteberi verecektiniz ne oldu? dedim.
Önce müdür, öğretmenler, bine yakın öğrenciler kahkahalarla güldük. Müdür.
-Vereceğim evladım, vereceğim. Ödenek gelmedi.
Altı yıl boyunca kimse onu adıyla çağırmadı.
Adı: ÖTEBERİ oldu.
ARTTIRAN YOK MU?
Geçmişte seçim söylemlerinin konuları başkaydı.
Örneğin: Ecevit’in “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganı. Dağa taşa yazılan bu cümle; toplumda büyük heyecan yaratmıştı.
Bu seçim öncesi ağırlık ekonomi. İşçiye, memura, emekliye esnafa, çiftçiye, ev hanımlarına, öğrencilere bol keseden atan atana.
Beyler!.. Biliyoruz; halk yoksulaştı. Bunun nedenini araştırıp önlem almalısınız. İnsanımız üretmeli, işyerleri çalışmalı. Çarklar dönmeli. Ekmeğini alın terini silerek sofrasına götürmeli. Bir Japon sözü.
–Balık vereceğine, balık tutmasını öğret der.
Bakın Atatürk ne diyor:
“Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getirmiş. Milletler; önce haysiyetlerini ve daha sonrada istiklallerini (Bağımsızlıklarını) kaybetmeye mahkumdurlar”
Taşıma su ile değirmen dönmez.
Dünyada kendi ürettiği ile geçinen yedi ülkeden birisiyiz diye övünürdük. Şimdi hayvanlarımıza verilecek samanı dış ülkelerden para ile alıyoruz.
Çiftçi ekip biçmeli. Ürün üretmeli. Tarıma dayalı sanayi geliştirilmeli. Alan değil satan ülke olmalıyız.
Ermenek’li kınalı saçlı anamız, maden göçüğünde kalan oğlu için verilen tazminatı almamış. Eli öpülesi o yoksul insanlardan ders almalıyız. Yoksul ama onurlu.
Sadaka tolumu yerine, çalışan, üreten ayakları üzerinde duran bireyler yetiştirmeliyiz.
Okul müdürünün karşısına dikilen zayıf, çelimsiz öğrenci gibi; bu millet seçimden sonra karşınıza dikilir. “Hani bize “ÖTEBERİ” verecektiniz ne oldu?” diyecek. Şimdiden vereceğiniz yanıtı düşünün.
Hasan’ın böreğine vaktinde yetişmeli,
Hiç durmadan gövdeye atıştırıp şişmeli.
Yanıpta kavrulmadan mükemmelen pişmeli
Sonra seni almazlar hiçbir yere çiğ diye,
Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye.
- Rahmi Karatay
Haydi! Büyükler sandık başına:
BİRİN ÖNEMİ
Bir ağaç ormanın başlangıcı olabilir.
Bir gülümseme dostluğu başlatabilir.
Bir yıldız denizde bir gemiye yön gösterebilir.
Bir mum karanlığı yırtabilir.
Bir oy, ülkenin kaderini değiştirebilir.
Margo DANIEL