“Bir imparatorluk fethettim ama kendimi fethedemedim” Çar Petro
Geçtiğimiz Pazar , 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ydü. Bundan habersiz değildim elbette ancak sosyal medyada yer alan paylaşımların neredeyse yarınsıdan çoğu bu özel ve anlamlı günle alakalı olunca 8 Mart, daha sağlam çakıldı hafızamıza. Pazar günü “tam da havasıdır” diyerek kendimi tabiat ananın kollarına bıraktım yine. Dağlarda, ilkbaharın ayak izlerini takip ede ede ilerledim. Rengarenk çiçekler sere serpe uzanmışlardı dağ eteklerine. Arı vızıltıları, telaş içeriyordu; badem ağaçları tepeden tırnağa çiçeğe kesmişti. Son yağmurlarla kabaran pınarlar şırıldayarak izlemekteydiler bin yıllık mecralarını. İnsan, Torbalı gibi karmaşık kentsel yapılarda anlayamıyor baharın geldiğini. Toprağın halısındaki rengarenk motifleri duyuların imbiğinden süzmeden de anlaşılmıyor mevsimin güzelliği. Çok sık tırmandığım bu yüzden de ikinci evim saydığım Kızılağaç mevkiine ulaşınca oradaki Yörük çadırında bir mola vermek icap etti. Çadırın bitişiğinde Ayşe Ana’ya rastladım . Sağında solunda keçi yavruları olduğu halde Mart güneşinin tadını çıkarmaktaydı. Elbette Ayşe Ana’nın 8 Mart’tan da Dünya Kadınlar Günü’nden de haberi yok. Odun ateşine çaydanlığı sürerken“Bu kış çok sert geçti; bahar da serin geçiyor. Ama zaten mevsimin normali bu. Bakma biz son yıllarda unuttuk böyle kışları” diyordu. Elleriyle beslediği keçi yavruları da tepedeki serin havadan üşümüş olacaklar ki, harlanan ateşin başına geçiverdiler bizlerle bir. Bu keçi yavrularını ,aşağıdaki Yörüklerden almışlar. Ayşe Ana, çocukları gibi bakıyor onlara. Elleriyle besliyor; gerektiğinde aşılarını yapıyor. Keçi yavruları da bir an olsun ayrılmıyorlar onun yamacından. “Ana be ”dedim. “Ya bu yavruları kesecek olurlarsa, o zaman üzülmez misin?” Ayşe Ana, “kestirmem ki, onları.”diye yanıtladı beni. “Satılıp giderlerse o başka, ama gözlerimin önünde kimse kesemez onları.” Sandal ağacının dalları ateşte güzel bir duman savurarak yanıyor; simsiyah bir keçi yavrusu yaramazlık peşinde, montumun kıyısını kemiriyor. Ayşe Ana, koyu bir çay dolduruyor bardağıma. Bugün günlerden 8 Mart; ama onun hiç oralı olduğu yok. Çayımı içip daha yukarılara doğru yol almak üzere müsaade istiyorum. Ayşe Ana “ben de keçilere biberon hazırlayacağım” diye ayaklanıyor. Çadırı ardımda bırakıp çam ormanına dalıyorum. Arkamdan Ayşe Ana’nın keçileri çağıran sesi geliyor. Bu coğrafyada hayatı çileyle yoğrulan Anadolu kadınının timsali o. Bu toprakların mayası, Ayşe Ana gibi cefakar kadınlar. Ve biz, sahip olduğumuz her şeyi bu sağlam mayaya borçluyuz.
Kemal Sunal ile sınanıyoruz
Tamam, Kemal Sunal büyük bir sanatçıydı. Eyvallah, bu toprakları anlamak için mutlaka onun filmlerini izlemek gerek. Ama her Allahın günü yirmi ayrı kanalda da Kemal Sunal filmi oynatılınca işkilleniyor insan. Türkiye’de yaşayan ve diyelim ki kırk yaşında olan bir insan ömründe hiç değilse üç yüz defa Kemal Sunal filmi izlemiştir. Ama artık birilerinin bu işe “dur” demesi gerekiyor. Elbette ki, Kemal Sunal filmleri yasaklanmasın ama bu kadar da baymasın artık bizi. Bence Kemal Sunal yaşıyor olsaydı bu duruma en büyük tepkiyi de yine o gösterirdi. Bakarsınız bu durumu hicveden bir film bile yapardı. Adeta birileri, bu ülkedeki insanlarının zeka seviyesini Kemal Sunal filmleriyle sınıyor. Amerikan televizyonlarında her gün, Charlie Chaplin filmleri gösterildiğini sanmıyorum. Ancak bizde her gün bir sürü farklı kanalda, her sahne ve repliği ezbere bilinen Kemal Sunal filmleri eksik olmuyor.
Neyse ki bir şeref sayısı geldi
“Şeref sayısı” nın ne olduğu biliniyor sanırım. Ama yine de bilmeyenler olabileceği ihtimaliyle açıklayalım: İki takım ya da kişi karşılıklı maç yapar. Ve diyelim ki taraflardan biri maçı on’a bir gibi bir skorla kazanır. İşte maçı kaybeden tarafın hanesine yazılan o tek puan “şeref sayısı” olarak adlandırılır. Pazar günü, ulusal gazetelerden birisinde böyle bir şeref sayısı haberi vardı. Malumunuz olduğu telefon dolandırıcılığı son yılların gözde mesleklerinden bir tanesi. Telefonda kendilerini polis ve savcı olarak tanıtıp akabinde binlerce kişiyi tokatlandıran aymazlar Bursa’da sert bir kayaya çarpmışlar. Emekli bir bayanı arayıp kadının parasını “İndra Gandhi” yapmaya yeltenen telefon fareleri, fena halde kapana kısılmış. Dolandırılmak üzere olduğunu anlayan uyanık bayan, hemen polisle irtibata geçmiş. Dolandırıcıların parayı bırakması için bayana verdiği adrese, münasip bir tuzak kuran polisler, parayı almaya gelen iki telefon faresini kıskıvrak yakalamışlar. Kürsü sahibi Profesörleri bile ağlarına düşürmeyi başaran telefon dolandırıcılarını, tren misali çarpan bu bayan Türki’ye de hala umut olduğunun timsali adeta. Böyle tuzaklara düşmeyen ve soğukkanlılık ile aklı elden bırakmayan vatandaşlara her zamankinden çok ihtiyacımız var.
Elveda Mehmet Geçergün
Son zamanlarda beni en çok üzen ölüm hadisesi arkadaşımız Mehmet Geçergün’ün geçirdiği bir trafik kazası neticesi aramızdan ayrılması oldu. Torbalı’da su ,tüp ve gazete dağıtımcılığı yapan Geçergün,henüz otuz dokuz yaşındaydı. Arkadaşımıza arkadan çarpan alkollü araç sürücüsü, geride bir ölü, iki yetim çocuk ve dul bir eş bıraktı. O yüzden diyoruz ki, lütfen alkollü araç kullanmayınız! Allah rahmet eylesin…Sevenleri ve yakınların ada sabırlar ihsan etsin.