Geçtiğimiz Cumartesi günü 7 Eylül Stadyumu’nda Çaybaşıspor’un Beydağ Belediyespor ile maçı vardı. Haydi bir de Çaybaşıspor’u izleyelim, diyerek tribündeki yerimi aldım. Yalnız Torbalıspor maçlarında tıklım tıklım olan 7 Eylül Stadı, Çaybaşıspor’un maçında neredeyse tamamen boştu. Çoğu lise talebesi olan yaklaşık 100 kişi ile birlikte maçı izledim. Şeref tribününde yer kapma kavgası da, yoktu. Çünkü şeref tribünü gürültücü bir grup liseli tarafından doldurulmuştu. Ben de gittim bir UEFA gözlemcisi gibi ön taraflardaki bir sırada yerimi aldım. Derken takımlar sahaya çıktı. Çaybaşıspor takımında hemen dikkatimi çeken enteresan bir durum söz konusuydu. Takımın en kısa boylusu kaleciydi. Benim bildiğim kaleciler genelde takımın en uzun kişisi olurlar. Ancak Çaybaşıspor’da durum tam tersiydi. Neyse ki, rakip Beydağspor’un futbolcuları aşırtma vuruş yapma yeteneğinden yoksundu. Ve isminin Davut olduğunu öğrendiğim kaleci kısa boyuna rağmen iyi işler çıkardı. Hatta takım arkadaşlarını motive etmek için ara sıra orta sahaya kadar çıkıp onlara bağırdı. Çaybaşıspor, ilk yarıyı ani kontra ataklarla bulduğu iki golle kapatacaktı ki, rakip takımdan agresif bir arkadaş direkt kırmızı kart gördü. Rakip soyunma odasına on kişi giderken bizim hanım da, bana telefon edip “ Hemen eve gel!” dedi. İstersen gitme. Kapıldığım yersiz panik yüzünden ikinci yarıyı izleyemedim. Ama sonradan Çaybaşıspor’un maçı 4-1 kazandığını öğrendim. Siz siz olun karınızdan habersiz maça filan gitmeyin. Bir de, Çaybaşıspor maçlarına gitmeye gayret edin. Çaybaşıspor’u yalnız bırakmayalım. Hakikaten kaliteli futbol oynuyorlar. Kaleci Davut’un aksiyonları da görülmeye değer. Maç esnasında sık sık orta sahaya çıkan kaç kaleci görebilirsiniz?
HALKI AŞAĞILAMA HASTALIĞI
Seçim bitti; ama tartışmalarsa hala sürüyor. AK Parti’nin yüzde elliye yakın oy oranıyla sandıktan birinci parti olarak çıkması eski bir hastalığı nüksettirdi. Seçim sonucunu Aziz Nesin’in, “Türk halkının yüzde altmışı aptaldır.” sözünü kullanarak yorumlayanlar oldu. Birincisi, bu söze dayanarak yorumda bulunanlar seçim sonuçlarını halkın aptallığına bağlayarak işin içinden sıyrılma gailesi içindeler. İkinci olarak “Biz aptal değiliz. Aptal olan halk!” kolaycılığına kaçmaktalar. Öyle ya, Türkiye’de aptal olmamak için halkın ekserisinden farklı tercihlerde bulunmak gerekiyor. Örneğin, halk kahvaltıda çay içiyorsa siz ise kahvaltıda çay yerine meyve suyu içiyorsanız aptal değilsiniz demektir. Ya da halkın geneli geceleri uyumaktan yanaysa siz ise gecelerinizi uykusuz geçirmeyi tercih ediyorsanız halk aptal, siz akıllısınız. Halkı aptal yerine koyanlara soracak olursanız siyaset konusunda da böyledir bu. Bu çevreler için halkın prim vermediği bir siyasi partiye oy vermek akıllılık göstergesidir. Halkın genelinin peşine takılıp seçimden birinci olarak çıkan partiye oy verirseniz aptal sayılırsınız. Bu saçma sapan önerilere saplanıp kalanların bu ülkenin halkını zerre kadar tanımadıkları aşikar. Aziz Nesin bu gafı yapmamış olsaydı hangi söze sarılacakları ise tam bir muamma. Asıl aptallık, Aziz Nesin’in kullanıla kullanıla eskimiş bu pespaye bir sözünü sürekli kullanmak olsa gerek. Bu tür klişelere takılan kolaycı ve eyyamcı zihinlerden ne yenilik bekleyebilirsiniz ki, halkı anlamalarını bekleyesiniz.
Mahmut Dağı’nın zirvesinde
Çocukluğumda köyümüzden de görünen ve epey yüksek olduğu anlaşılan sivri bir tepeye hep çıkmak istemiştim. Çocukluk hayalimi geçen Pazar günü gerçekleştirdim. Ve Kemalpaşa sınırlarında yer alan 1400 rakımlı Mahmut Dağı’nın zirvesine ulaştık. Torbalı Belediyesi Dağcılık Ve Doğa Yürüyüşleri Kulübü’ne teşekkürler. Ben bu tür aktiviteleri genelde yalnız yaparım. Bu sefer 55 kişilik bir kafile ile zirveye yürüdük. Gerçi bu 55 kişinin içinden sadece 15 tanesi zirveye ulaşabildi ama o 15 kişi içinde ben de, vardım. Mahmut Dağı tam bir doğa harikası. Kaz Dağları’nın küçük bir modeli adeta. Bilmeyenlere mutlaka gitmelerini tavsiye ederim. Önce Kemalpaşa yolundan Dereköy’e gidiyorsunuz. Araba ile 20 dakikalık bir yolculuk sadece. Sonra köyden dağa doğru giden orman yollarını izliyorsunuz. Öyle sanıyorum ki, bahar mevsiminde bu dağ ve civarı çok daha farklı bir çehreye bürünür. Baharda da yalnız yürürüz…