Günün sözü “Cehalet de, suçlu da kendisini ifadede ele verir.”Kubilay Kaplan
Gazetemizde köşe yazarlığı yapmakta olan Feyzullah Turan, Cumartesi günü bu gazetede yer alan köşesinde bana dair de bir şeyler yazmış. Yazacak elbette, bu en doğal hakkıdır ve yazarların eleştiri özgürlüğü olması gerektiğini en başından beri savunduğum için Turan’ın eleştiri hakkına da sonuna kadar saygılıyım. Yalnız, eleştirilen kişi olarak bana da bir cevap hakkı doğduğunu Sayın Turan’ın anlayışla karşılaması gerek. Gelelim Feyzullah Turan’ın bana dair yazdıklarında takıldığım noktalara. Malum geçen hafta bu köşede yer alan ve epey de ses getiren konularımızdan birisi de Saadet Partisi’nin üyelerine SMS çekip, kendilerinden en az 1000 lira seçim yardımı talep etmesiydi. Bu konuyu bütün teferruatıyla okurlarımıza aktardık. Saadet’in ittifak ortağı olan Büyük Birlik Partisi’nden Osman Aksu’nun da açıklamalarını buraya yazıp onun da görüşler de yer verdik. Yani olayı, tek taraflı vermekten özellikle imtina ettik. Torbalı’da yaşanan bu hadisenin garipliğine değindikten sonra, neden böyle bir durum yaşandığını da özetledik. Mecliste grubu bulunmayan siyasi partilerin, devlet hazinesinden seçim yardımı alamadıklarını o yüzden de mali yardım için üyelerine başvurmak zorunda kaldıklarını dile getirdik. Yani bir gazeteci olarak olayın bütün yönlerini verdik. Feyzullah Turan, konuyla alakalı olarak yazdıklarımızı ya anlayamamış ya da işine geldiği gibi anlamayı tercih etmiş. Bütün bunlardan sonra Büyük Birlik Partili Feyzullah Turan, köşesinde, benim yazdıklarımı kast ederek,“Belki iyi bir niyeti vardı; kendisinden öğrenmek için çok aradık ama ulaşamadık” ifadesini kullanmış. Pes doğrusu.
Bana ulaşamamak marifet ister
Bir kere Feyzullah Turan’ın bana ulaşamamış olması hem çok garip hem de çok üzücü. İnsan nasıl olur da aynı gazetede yazdığı bir kişiye ulaşamaz. Çünkü iletişim seçeneklerinin bu kadar arttığı bir çağda burnunuzun dibindeki gazeteciye ulaşamıyorsanız üzgünüm ama sizde bir sorun var demektir. Kaldı ki, Fransa’dan, Almanya’dan bile bana ulaşan okuyucularımız oluyor. Telefon olmazsa, internet vasıtasıyla bana ulaşmak o kadar kolay ki… Telefonla ulaşamadınız mı, mail atın! Mail atmayı bilmiyor musunuz? Facebook’tan yazın! Onu da beceremiyorsanız gazetenin ofisini arayıp notunuzu bana bırakın. Elbette amacınız bana ulaşmaksa… Dedim ya, çok garip ve üzücü bir durum bu.
Keşke biraz felsefe bilse…
İkinci olarak Feyzullah Turan, benim felsefe mezunu olmama dokundurma yaparak, “Bir siyasi partinin kendi üyelerinden yardım talep etmesini kafasına takan kafalar, ancak felsefe yapmayı becerebilirler. İnsaf ki, ne insaf” ifadelerini kullanmış. Feyzullah Turan’ın iletişim konusundaki cehaletinin felsefe konusunda daha derinlere gittiği su götürmez bir gerçek. Öyle olmasaydı felsefe yapan kafaları böyle küçümsemezdi. Çünkü kendi savunduğu “Turancılık” , “Türk-İslam ülkücülüğü” gibi dünya görüşleri de tamamen felsefe mahsulüdür. Sayın Turan; Yusuf Akçura’yı, Ziya Gökalp’i ve Nihal Atsız’ı az çok biliyordur herhalde. Kendisi de bir felsefeyi savunduğu ve bu felsefe çerçevesinde siyaset yaptığı halde Feyzullah Turan’ın felsefe yapabilen kafaları küçümsemesi başka bir cehalet çeşididir. Ayrıca, neredeyse her yazısında insanın nefsinin esaretine düşmemesi gerektiğini savunan bir kişiliğin nasıl olup da bu tür konularda nefsine esir düşebildiği ayrı bir eleştiri konusudur. Çünkü felsefe yapabilen kafaları küçümsemek olsa olsa büyük bir nefis zafiyetine işaret eder. Bununla da kalmaz ne yazık ki, büyük bir cehalet mahsulüdür de. Keşke Feyzullah Turan felsefeye dair bir şeyler bilseydi. Ama burnunun dibindeki gazeteciye ulaşamayanların felsefi bilgilere ulaşabilmesini beklemek de abesle iştigal olur.
“Gurme”nin ne anlama geldiğini bilmeyen kişi pek azdır sanırım. Ama biz, bilmeyenler olabileceğini de hesaba katarak açıklayalım: Gurmelik bir çeşit lezzet ustalığıdır. Yemeklerin ve içeceklerin tadına bakıp onlar hakkında olumlu ya da olumsuz yönde eleştiriler yapan kimseler gurme olarak adlandırılır. Basit görünmesine aldanmayınız; gurmelik son derece zor bir meslektir. Son zamanlarda ilçede faaliyet gösteren kimi lokantalardan bir takım cazip teklifler almaktayım. Sağ olsunlar bazı dostlarımız mekanlarını ziyaret etmemizi ve özel olarak hazırladıkları kimi yemeklerin (ki onlara spesiyal denir)tadına bakmamızı istemekteler. Bu hafta “Sevilen” bir mekânımızda bu işin test sürüşünü yapacağız. Arkası gelecektir. Sağlam muhabirlerimizden Amede Alpagut’u ya da İbrahim Danış’ı yanıma alıp yarım saatliğine lezzet duraklarında takılacağız. Ben tadına bakacağım o arkadaşlar da yiyecekler. Zira onlar yemek konusunda tam bir canavar. Benim üç günde yediğimi, Amede Alpagut bir öğünde yemekte. İbrahim ise, benim bir haftada yediğimi bir öğünde yemekte. İşte meydan, işte pehlivan…