Günün sözü “ Uzağı düşünmeyen bir insan, yakın zamanda üzüntüyle karşılaşacaktır” Konfüçyus
Türk siyasetinde çok enteresan bir tabir var: Halk adamı. Ve öyle görünüyor ki siyasette başarının da birinci kıstaslarından bir tanesi de tam bir halk adamı olabilmek. Diğer ülkelerde durum nedir bilemediğim için bir kıyasla yapma olanağım yok. Mesela Fransa’da ya da Hindistan’da “ halk adamı “benzeri bir tabir kullanılmakta mıdır? Dedim ya; bilmiyorum. Ama ülkemizde siyasete giren birisinin halk adamı kisvesine bürünmesi olmazsa olmaz bir kriterdir. Halkın sofrasına oturup yemeğini yemelisiniz; halkın düğününe katılıp sevincine, cenazesine iştirak edip üzüntüsüne ortak olmanız gerekir. Sadece bunların yeterli olacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Halkın dilini benimsemeniz ve onu çok iyi kullanmanız lazım. Hasılı zor meseledir tam bir halk adamı olmak. Üstelik bu uğurda bir çok taviz vermeniz de gerekebilir. Mesela, entelektüel açıdan son derece gelişmiş olan bir simanın halk adamı olmasından daha zor bir şey yoktur. O entelektüel sima, bunu deneyecek olursa da üzerinde hoş durmaz halk adamlığı kisvesi. Üstelik halk, okumuş adama hep şüpheyle yaklaşmıştır bu topraklarda. Kimisi de sırf bu yüzden “Beyaz Türk” olarak yaftalanıp kenara bırakılmıştır. Halk “siyahi Türk’tür” çünkü. Evet, halk adamı olmanın dayanılmaz çekiciliğinden bu şekilde bahsettikten sonra şimdi asıl sorunsala değinmek gerekiyor: Neden halk adamı olmayan başarılı olamadığı sorunsalıdır bu.
Osmanlı’da durum neydi?
Kökenlerimize inelim ve bazı tarihi süreçleri süzgeçten geçirelim önce. Osmanlı’da Padişah örtülü de olsa bir tür kutsiyet taşımaktaydı. Devletin temel ülkülerinden sayılan “İlayı Kelimetullah” ı temsil eden üstün bir otoriteydi padişah ve dolayısıyla mensubu olduğu hanedan. Bu yüzden padişah adayları katledilirken kanları kutsal sayılmış ve bu kutsak kan yere dökülmesin diye hanedan üyeleri boğularak öldürülmüşlerdir. Osmanlı padişahları için “halk adamı” tabirini kullanmak neredeyse imkansız. Zaten, iktidar seçimle tayin edilmediği için padişahların bu tür yollara tevessülü de gerekmiyor. Ama ilginç bir nokta, Osmanlı’daki hemen her padişah darbesinde halkın dışarıda kalmış olmasıdır. Darbeler, ya askerler tarafından ya da hanedan içinden kotarılmıştır. Toprak sisteminin bozulması ve beraberinde gelen kıtlık vesilesiyle Anadolu’da vuku bulan Celali İsyanları da padişahın kişiliğine yönelik bir ayaklanmadan ziyade, padişahın kırsaldaki uzantıları olan kamu gücüne karşı odaklanmıştır. Ama bu isyanları bastıran da padişah iradesi olmuştur.
Cumhuriyet ile doğan bir kavram
Konuyu fazla yaymadan ifade edelim; demek ki Osmanlı’da halk adamı kimliği diye bir şey yok. Halk adamlığı klişesinin Cumhuriyetle birlikte Türk siyasi literatürüne girdiğini görmek ayrı bir tenakuz olsa gerek. Çünkü cumhuru yani halkı temsil eden Cumhuriyet idaresin halkı kucaklaması beklenir. Ancak Türkiye’de Cumhuriyet idaresi ile halkın kucaklaşması istenen düzeyde olamamıştır. Buradan şunu kolaylıkla anlıyoruz ki, Cumhuriyet idaresi halkı anlama ve halka inme hususunda bazı mühim hatalar yapmış bulunuyor. Şayet böyle hatalar yapılmamış olsaydı bugünkü Türk siyasi literatüründe “halk adamı” diye bir kavramla karşılaşmazdık. Cumhuriyet idaresinin bıraktığı bu boşluğu çok iyi fark eden ve dolduran muhalif siyasi oluşumlar rejimin tam tersi bir istikamete yöneldiler. Halka inmeyi birinci görev addettiler. Zamanla ülkede demokrasinin temelleri çarpık da olsa yükselmeye başlayınca ve halk da seçim hakkını kullanır hale gelince bu halk adamlarına yaslandı. Adnan Menderes’in, Süleyman Demirel’in, Bülent Ecevit’in, Turgut Özal’ın ve son olarak Tayyip Erdoğan’ın başarısının arkasında bu saikler vardır. Elbette halk adamlığının tehlikeli tarafları da bulunmaktadır. Halk için birinci öncelik halk adamlarına oy vermek olduğu için o halk adamlarının siyasete ne kadar ehil oldukları çok da sorgulanmamakta bu da bazen be bir takım sorunlara yol açmaktadır.
Terk etmedi atlar bizi
İzmir’in en büyük atlı spor kulübünün Torbalı’da kurulmuş olmasını önemsiyorum. Çünkü Torbalı’nın tarihinde Osmanlı döneminde ilk kez burada başlatılan at yarışları önemli bir yer tutuyor. Geçtiğimiz ay bu köşeden ,yerel tarihçimiz Yasin Kayış’ın bu husus üzerine yaptığı araştırmanın bir kısmını yayımlamıştık. Ve ilçenin münasip bir yerine bir at heykeli dikilmesinin şık olacağı üzerinde durmuştuk. Akabinde öğrendik ki, İzmir’in en büyük atlı spor kulübü yamacımıza kadar gelmiş. Demek ki istesek de istemesek de atlar bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Torbalıspor daha yükseğe
Neredeyse bitme noktasına gelen Torbalıspor’un yeni yönetimin taze nefesiyle yeniden diriltilmesi ve akabinde gelen grup şampiyonluğu ilçede spor adına yaşanan güzel bir gelişme. Birlik ve beraberlik içinde hareket edersek neleri başarabileceğimizin de bir ispatı adeta. Torbalıspor’un bu başarısını daha da ileriye taşımasını temenni ediyorum. Bu başarının kotarılmasında emeği geçen herkese de ayrı ayrı teşekkür ediyorum.