Kubilay Kaplan

İNEK ÇOBANI VE NAPOLYON BONAPART

Kubilay Kaplan

Gerçek bir tarihi anekdot ile başlayalım: 1815 yılında cereyan eden, Avrupa’nın ve dünyanın kaderini şekillendiren Waterloo Savaşı’nı kaybeden Napolyon Bonapart müttefikler tarafından sürgüne gönderilir. Düşmanları Napolyon’u oradan kurtulma ihtimalinin bulunmadığı ve bir acımasız bir İngiliz Vali tarafından yönetilen Saint Helene Adası’na sürgün ederler. Atlantik Okyanusu’nun en ücra kısmında bulunan küçük bir adadır Saint Helene. Bu ada Napolyon’un hapishanesidir. Adanın etrafını kuşatmış halde bulunan gemiler de hapishanenin gardiyanları. Bir zamanlar ordularıyla dünyayı titreten koca imparator adadaki bir malikanede maiyetiyle birlikte tutsak hayatı yaşamaktadır. Adanın can sıkıcı havasından bunalan Napolyon burada bir yandan da anılarını kaleme almakla meşguldür. Bir gün bir çoban, malikanedeki ineklerden birisini kaybeder. Bunun üzerine Napolyon, çobana çıkışır. Fransa’nın devrik imparatoru pasifikteki bir adada üstelik basit bir çobana, kaybedilen bir ineğin hesabını sormaktadır. Napolyon kendisine gelir çobana sırtını döner ve şöyle söylenir: “Ben ki, koca orduları yönetmiş adamım; şimdi tutmuş bir çobanla mı tartışıyorum?”

Kıssadan hisse: Sizin de azıcık bir değeriniz varsa inek çobanlarıyla tartışmayın. Onu da yitirirsiniz.

KİLO VERME CUMHURİYETİ

Böyle bir Cumhuriyet kurulsa beni vatandaşlığa kabul etmeyecekleri kesin. 75 kilonun üzerine hiç çıkmamış, çıkamamış birisinin ne işi olur Kilo Verme Cumhuriyeti’nde… Ama böyle bir Cumhuriyet’in nüfusunun ekserisinin kadın olacağı da kesin. Kadınların tek derdi neredeyse kiloları çünkü. Siyaset konuşan kadına rastlama ihtimaliniz düşük; ama kilo verme hususunda kafa yoran milyonlarca kadın var. Kısacası bu Cumhuriyeti kurmayı onlar hak ediyor, elbette vatandaşların ekserisi de onlardan olacaktır. Siyasetin feminen tarafı yok bu ülkede. Her ay elli-altmış kadının cinayete kurban gittiği bir coğrafyada, siyasette feminen yan aramak da, abesle iştigal değil mi? Çanakkale Savaşları ile alakalı anılar okudum. Bir savaş gazisi şöyle diyordu anılarında: “Ben vurulunca “Baba!” diye bağıran birisini görmedim hiç; herkes “Anne!” diye haykırıyordu vurulduğunda…” Çünkü en çok şefkate ihtiyaç duyanlar, vurulanlar ve acı çekenlerdir. Kilo Verme Cumhuriyeti kurulsa keşke… Keşke daha az insan vurulsa.

TORBALI KİŞİSEL YAZI SEVER

Kişisel yazı ne demek? Önce onu açıklayalım. Aslında açıklaması gayet basit. Kişisel yazı; kişilerle alakalı yazılan, kişileri konu, ya da hedef alan tarzda yazılardan oluşuyor. Mesela Şoförler Odası Başkanı Cıva İsmail Akman ile (başkana buradan selamlar) alakalı bir şeyler yazdığınızda kişisel bir yazı kaleme almış oluyorsunuz. Ya da Avcılar Derneği Başkanı ile ilgili yazı serdettiğinizde kişisel bir yazı oluyor bu. (Bu arada Avcılar Derneği Başkanını tanımıyorum) Enteresan bir noktadır: Torbalı’da kişisel yazmak öteden beri çok moda. Yüz elli bin nüfuslu bir ilçede yüz elli binde birler ile alakalıyız. Neden? Çünkü yazmak belli bir birikim, donanım ve edinim gerektirir. Yazmak farkındalığınızın yüksek olmasını gerektirir. Analiz yetinizin keskinliğine bakar. Dünyayı izleme ufkunuzun genişliğine. Bunlar olmayınca bir boşluğa gelip toslarsınız. O arada “Hmmmm… Acaba bugün ne yazsam?” diye düşünmeye başlarsınız. Aklınıza o sabah yolda karşılaştığınız bir kişi gelir ve onu dolarsınız kaleminize. Alın size kişisel bir yazının ortaya çıkış serüveni. Arada bizi de yazıyorlar, arada biz de yazıyoruz… Alışkanlık işte.

Yazarın Diğer Yazıları