Bazı isimler vardır ki, o ismi taşıyanlara epey zahmet verir bunlar. Ben de isminden çok çeken o bedbahtlardan birisiyim. Aslında ismimi seviyorum. Çok sık rastlayacağınız bir isim değil çünkü. Bir adaşıma rastladığım zaman Marslı görmüş bir köylü gibi şaşırıyorum. Osmanlı’ya padişah olsaydım kesinlikle 2. Kubilay diye bir padişah olmazdı. Defter benimle kapanırdı. Oysa ki bildiğim kadarıyla Osmanlı’da padişah olarak altı tane Mehmet vardı. Hatta 3 tane Selim, 5 tane de Murat isimli Padişah vardı. Tarih dersini bırakalım şimdi, konudan fazla uzaklaşmadan sadede gelelim. Nadir bir ismi taşıyan benim gibi birisi taşıdığı bu isimden neden çekmiştir? Ya da neler çekmiştim? Bunun suçlusu ben değilim. Halkımızın isim telaffuzu konusundaki olağanüstü marifetidir buna neden olan. Rahmetli teyzem bana, “Kübilay” derdi. Askerdeki bir üstümüz ise neredeyse her seferinde“ Kubulay” dedi. Bu komutan yüzünden ismimden soğumuştum. Bazı bayanlar ne kadarnazik konuştuklarını belli etmek için olsa gerek bana “Kibilay” dediler. Böyle dedikten sonra kahkaha atan ve bu şekilde kasıtlı olarak “Kibilay” dediklerini belli edenler de vardı içlerinde. Daha gerilere gidecek olursam bana “Gobilay” diyen Maraşlı bir arkadaşımı bile bu kervana ekleyebilirim. Bana “Kulubay” diye hitap eden Afyonlu bir arkadaşı saymıyorum bile. Hoş, biz de fazla esmer olduğu için kendisine “Kara kelle” lakabını takmıştık. İşte böyle, isminden muzdarip kişilerden birisiyim ben de. Ama yine de seviyorum onu. Dünyaya yine gelecek olsam babamın bana yine aynı ismi vermesini tercih ederim. Elbette Maraş taraflarında doğmamak kaydıyla…
KİM OLMAK İSTİYORSAN O DEĞİLSİN?
Hani meşhur bir söz var, “Akılları tezgaha koymuşlar herkes yine kendi aklını almış” diyorlar. Herkes kendi aklından memnun anlaşılan ama zeka konusundaki memnuniyet kat sayısı o kadar da, yukarılarda değil. Yani tezgaha aklı değil de zekayı koysalar mesela ben kesinlikle Stephan Hawking’in ya da Bertrand Russel’in zekasını arayıp bulurdum o tezgahta. Kendi zekamı bir öksüz çocuk gibi orada bırakıp o dehalardan birisinin zekasını alırdım muhtemelen. Benim zeka da, kapanın elinde kalırdı ama pek işine yarayacağını sanmıyorum. Evet; akıl ve zeka konusunda durum bundan ibaret. Ama insanların en çok değiştirmek istedikleri şey akılları ya da zekaları değil. Bizzat kendileri. İnsanlar kendilerinden memnun değiller. Asıl felaket de burada başlıyor. Burada başka bir deyiş gündeme geliyor: “Bana kim olmak istediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diyorum. Çünkü kim olmak istediğin, bir yönüyle kim olduğunu da ortaya koyuyor. Olmak istediğin kişi tam da senin karşı kutbun çünkü. Diyelim ki, çok ünlü bir film yıldızının yerinde olmak istiyorsun. İşte dostum, sen ezik ve yalnız bir insandan başka bir şey değilsin. Ya da çok güçlü bir sporcunun yerinde mi olmak istiyorsun? Maalesef dostum kas yapmak için bu kadar çabalaman boşuna. Olmayacağını sen de biliyorsun. Hayaller tatlı tabi.. Geçen gün dört yaşındaki oğluma büyüyünce ne olmak istediğini sordum. Bunu ilk kez sordum. İlgilerini öğrenmek için sordum. Bizim oğlan “Çaycı olmak istiyorum.”dedi. Nedenini sorduğumda ise “Dedeme çay vermek için.” yanıtını verdi. Aferin kerataya.. En azından herhangi bir bilgisayar oyununda herhangi bir karakter olmak istemiyor. Hayattan birisi olmanın peşinde. Hem o kadar da iddialı birisi olmanın derdinde değil.
SEVDİĞİM FİLM REPLİKLERİ
Bu yazıyı film replikleriyle bitirelim. Film repliği deyip geçmeyin. İçlerinde derin felsefeler barındıran kimi replikler insanın zihnine çivi gibi çakılır kalır. İşte sizin için seçtiğim kimi replikler:
“Öldürme yetkisine sahip olup da öldürmüyorsan güçlüsün demektir” -Schindler’in listesi filminden-
“Bir hiç olmak çok üzücüdür beyler. İnsan hep aranmak ister, dinlenilmek ister, hayatta bir kez de olsa önemli olmak ister” –Sekiz öfkeli adam filminden-
“Sen kanunsan ben belayım ulann!”-Ağır Roman filminden-
“Kaybedecek birşeyi kalmaması özgürlük galiba” –Kaybedenler Kulübü filminden-
“Yükseldikçe uçmayı bilmeyenler tarafından daha küçük görünürüz” -Nietsche Ağladığında filminden-