Kubilay Kaplan

KÜÇÜK BİR EVCEĞİZ

Kubilay Kaplan

“Zenginlerin ölümü fakirler için ibret değil; teselli vesilesidir” Kubilay Kaplan

Çeyrek asır evvel göçüp giden Ananemin Türkçesi hala kulaklarımda çınlar. Yaptığı yemekler ve onların isimleri, kırlardan birlikte topladığımız otlara verdiği acayip isimler… Unuttum da hemen hepsinin ismini. O yemekleri yapan ve o otları toplayan kimseler kalmadı artık etrafımızda. Ama onun, kaldığı tek gözlü kerpiç kulübeye “evceğizim” dediğini hiç unutmadım. Kış aylarında evin tek odasının içinde yanan ocağı ve bahar geldiğinde şölene hazırlanır gibi ağır ama özenli yeşeren asma çardağını nasıl unuturum? Çocukluğumuzun saf dünyasının motiflerini boyayan bütün o imgeler içinde ananemin “evceğizim” diye adlandırdığı kulübesi başka bir yerde durur. O zamanlar özellikle köy yerlerinde öyle evlere çok rastlanırdı. Derme çatma bir kapıdan içeri girerdiniz, fakat ne garip bir çelişkidir ki , kapı ne kadar derme çatmaysa bahçe o kadar renkli olurdu. Bahçede, eğer mevsimlerden ilkbaharsa bir renk ve koku ormanı sarardı duyularınızı. Hayat ve o hayatın içindeki insanlar mütevazi ama rengarenktiler. Zaten evlerden de bu anlaşılırdı. Yoksul ama yaşanmışlıkla dopdolu evlerdi onlar. Evler mi insanları kendilerine benzetmişlerdi yoksa insanlar mı evlerini kendi renklerine boyamaktaydılar? Üç beş parça eşya, kırık dökük mobilyalar, birkaç eski resim ve her tarafı insan kokan bir evceğiz. Çok özlüyorum böyle evleri. Günümüz insanı için mütevazilik, hele ki hayatın maddi yönü söz konusu olduğunda ne kadar da uzak düşüyor. Evler, arabalar, eşyalar büyüdükçe onların yedeğindeki insan unsuru yitip gidiyor ve kayboluyor bir noktada. Biz, zenginleşme kavramını yanlış anlamış bir milletiz. Ya da zenginliği hayata karşı bir intikam aracı olarak gördük en başından beri. O yüzden zenginleşmek uğruna yitirdik özümüzdeki asıl zenginlikleri. Şimdi ben, bütün o geniş ve gösterişli evlere misafir olduğumda ananemin asma çardaklı ve ocaklı tek göz kerpiç evini özler gibi oluyorum. Bazen köylerden birisine gittiğimde bu tür evlere konuk olup oradaki yaşanmışlığı ve insan sıcaklığını hücrelerime kadar hissetmek istiyorum. Bir asma çardağının altına oturup başımın üzerinden akıp giden tarumar bulutları seyrediyorum. Yaşıyor olduğum geliyor aklıma.

Hepimiz gönüllü muhbirleriz

Evet, yukarıdaki başlığı yanlış okumadınız. Günümüzde herkes bir şekilde muhbir. Çok masum görünen ve paylaşımlar yapmaya can attığımız sosyal medya organları vasıtasıyla hemen herkes artık gönüllü muhbir. Çünkü herkes, kendisini ve etrafını ihbar edip duruyor sosyal medya mecralarında yaptığı paylaşımlar vasıtasıyla. Bir kişinin karakteri, yaşam biçimi, aile ilişkileri, siyasi görüşü, alışkanlıkları vs. nelerdir? Bu soruların hepsine yanıt almak için o kişinin facebook profiline üç-beş dakika göz atmanız yeterli. Teknolojik devrimin yukarıdan savurduğu ağa kısılıp kalmış balıklar gibiyiz. Balıklarla aramızdaki tek fark; onlar ağlardan kurtulmaya çabalar bizse bayılıyoruz üzerimize kapaklanan bu ağlarda kalmaya. Ne diyorlar, “Sosyal medyayı etkin şekilde kullanmak çok önemli.” İyi ama sosyal medyayı en etkin şekilde kullananlar istihbarat servisleri değil mi? İstihbarat birimlerinin işi artık o kadar kolaylaştı ki. Eskiden “fişleme” diye bildiğimiz bir kavram vardı. Bir kişi hakkında detaylı bir dosya oluşturmak için onunla alakalı geniş bir bilgi toplama etkinliği yapılırdı. Bu, o kadar da basit bir iş değildi o zamanlar. Ama şimdi çok kolay. Kişinin sosyal medya hesabına bir göz atın ve on dakikada dosyasını hazırlayın. Belki de iki dakikada hazır oluyordur o dosyalar. Kimilerine göre bu tür argümanlar sadece birer komplo teorisinden ibaretse de ben sosyal medyanın insanlığa “oyun ve eğlence” olsun diye sunulmadığını düşünenlerdenim. Üstelik istihbarat edinimi bu mecraların sadece bir boyutu. Sosyal medyanın sosyal kutuplaşma ve çatışmaları da ateşlediğini göz önüne alırsak aynı istihbarat birimlerinin bu mecraları operasyonel amaçlar için kullandığını da görmekteyiz.

O çöp konteynırları ne oldu?

Telefonla bize ulaşan İlkay isimli bir okuyucumuz, çöplerin ayrıştırılarak atıldığı konteynırlara ne olduğunu soruyor. İlkay Hanım haklı. Torbalı’nın muhtelif yerlerinde çöplerin; cam, kağıt ve plastik şeklinde ayrıştırılarak atıldığı böyle konteynırlar bulunmaktaydı. Son dönemde bu konteynırlar ansızın ortadan kalktı. Torbalı Belediyesi’nden bunun gerekçesini öğrenip İlkay Hanım gibi okurlarımıza bilgi vereceğiz.

Hastane ve adliye depresif çıktı

Torbalı’nın en depresif mekanları galiba belli oldu. Geçtiğimiz Perşembe günü okurlarımıza bu köşeden yönelttiğimiz “Torbalı’nın en depresif mekanları neresi?”sorusuna tam 14 farklı yanıt geldi. Yanıt gönderme zahmetine giren okurlarımıza teşekkür ederim. 5 okuyucumuz “hastane” yanıtını verirken 6 okuyucumuz “adliye ”dedi. 1 okuyucumuz, “en depresif yer Ayrancılar” yanıtını verirken ,1 okuyucumuz da “Kazım Dirik” Caddesi dedi. Bir kişi de tarafımıza, “Kubilay Bey, depresif ne demek?”sorusunu yönelterek bir daha bu tür kavramları açıklamadan soru sormamak gerektiğini bizlere öğretti.

Tekzip ve düzeltme: Geçtiğimiz gün bu köşede yayımlanan “Bizim takım über alles!”başlıklı yazımızda her pazartesi yaptığımız halı saha maçını analiz etmiştik. O analizde, Geylani Baki ve Hasan Kudayyılmaz’ın maç performanslarını değerlendirmiş ve maçtan sonra ikram edilen tatlılardan en çok bu arkadaşların nasiplendiğini ifade etmiştik. Geylani Baki, beni arayarak bu konuda bir yanlışlık yaptığımı iddia etti. Dediğine bakılırsa, Geylani arkadaşımız o baklavalardan sadece bir tane almış. Geriye kalan iki kutu baklavanın akıbetinden haberi yokmuş. Biz de Geylani’nin savunmasını bu şekilde kayıtlara geçelim. Nasıl olsa bu akşam yine maç var. Halı sahanın kamera kayıtlarını izleyip gerçek baklava canavarına ulaşmayı ümit ediyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Çerez Bildirimi

Sitemizde, daha yüksek bir kullanıcı deneyimi sunmak ve deneyimlerinizi kişiselleştirmek amacıyla, Gizlilik Politikası, Çerez Politikası ve KVKK Aydınlatma Metni sayfalarında belirtilen maddelerle sınırlı olmak üzere ve ilgili yasal düzenlemeler çerçevesinde çerezler kullanıyoruz.