Kubilay Kaplan

TARİHİN SINAVINA HAZIR MIYIZ?

Kubilay Kaplan

SURUÇ’TAKİ o vahim hadise vuku bulduğunda bir arkadaşıma şunu söylemiştim: “İlk kıvılcım çaktı, ama henüz yangın çıkmadı; bunlar daha iyi günlerimiz.” Son yılların en sıcak yazını yaşıyorduk ve ülke olarak da ısınmaya başlamıştık. Şimdi neredeyse her gün şehit haberleri alıyoruz… Hem de, öyle bir iki değil; onar onar düşüyor Mehmetler. Ve ben maalesef yine şöyle diyorum: “Bu zehirden acı günleri arayacağımız günler geliyor. “Karamsar mıyım? Evet. Hem de hiç olmadığım kadar karamsarım. Karamsarlığım realizmimden kaynaklanıyor. Duygusal bir karamsarlık değil bu. İç ve dış basını takip etmeye gayret gösteren bir gazeteci olarak da, ülkemdeki bu terör fırtınasının kimler tarafından ve ne amaçla çıkarıldığını bildiğimi sanıyorum. Ama bu noktada yorum yapmak ve bu girdabın kıvrımlarına mercek tutma çabası neye yarar ki? Dünyanın egemenleri haritalarda hiçbir boş nokta bırakmıyorlar o haritaları kendi cetvelleriyle çizdiklerinden beri… Yani kıtalararası emperyalizmin uçak gemilerine yükleyip bütün cihaz ve mühimmatı ekonomik olarak yoksul fakat kimi kaynaklar açısından zengin diyarlara ateş salmalarından beri… Önce Irak bölündü; sonra Suriye ve sıra ülkemize geldi. Şimdi köklü bir tarihe sahip olan bu vatan bir sınav verecek. Bir ateş çemberinden geçecek bu ülke. Doğusu, batısıyla; kuzeyi güneyiyle yüzleşecek emperyal cellatlarla ve onların taşeronlarıyla. Tarih, en son 100 sene önce sınavdan geçirmişti bu vatanı. O sınavdan birlik ve beraberlikle çıkmıştık. Alnımızın akıyla çıkmıştık. Diyarbakırlı ile İzmirli; Ordulu ile Siirtli omuz omuza savaşmışlardı Gelibolu’nun ölüm kokan siperlerinde. 1922 Eylül’ünde Yunan askerlerini İzmir’de körfezin sularına gömen ordunun içinde Türkü, Kürdü, Lazı hep bir at sürmüşlerdi Cumhuriyet’e doğru… Şimdi yorum yapma, analiz serdetme zamanı değil. Nedenlere inme tartışma zamanı değil… Şimdi yüz yıl önceki o ateşten sınavı hatırlayıp üzerimize gelen bu sele karşı birlik ve beraberlik duvarını yükseltme zamanı… İhtiyacımız olan ilk ve en önemli şey bu.

BİLGİYE VE BİLİME ISINDIRILMAK

Son okuduğum kitap, “doğanın gizli dünyası” adını taşıyor. Amerikalı bir biyolog tarafından kaleme alınan bu kitabı kütüphaneden alırken oldukça tedirgindim. Çünkü bu bir biyoloji kitabıydı ve orta öğretim yıllarında biyoloji en sıkıcı bulduğum derslerden birisiydi. İyi de, durum böyleyken neden bir biyoloji kitabı okumak istemiştim? Lise yıllarında hücrenin yapısını bir türlü ezberleyememiş, doğru dürüst “endoplazmikretikulum” demeyi beceremeyen ve eşeysiz üremeyi çözümleyemeyen biri olarak neden ilgi duymuştum bu kitaba? Buna tam olarak yanıt veremem, belki de sevmediğim bir konuda bir şeyler okuyarak irademi sınamak istemiştim. Bir akşam kitabı elime aldım ve iki akşam sonra 200 sayfalık bu kitap bitmişti artık. Çünkü Amerikalı biyolog bölümler halinde düzenlediği kitabında hayatın ta kendisinden bahsediyordu. Karmaşık formüller yoktu, anlaşılmaz terimler yoktu,aslında biyoloji bile yoktu.Sadece ve sadece insanı düşündüren yorumlar ve kafasından kıvılcımlar çıkaran satırlar vardı. Mesela kitabın bir bölümü, neden birçok insanın rüyasında yılan gördüğünü ve yılan metaforunun neden bütün kültürlerde başat bir rol oynadığını izah etmeye çalışıyordu. Aklıma bizim kültürümüzdeki “şahmaran”(yılanların şahı) fenomeni geldi. O kitabı yirmi sene önce okusaydım biyolog olmaya karar verebilirdim. İşin ehli fen adamları, bilimi ve bilgiyi bu kadar çekici hale getirebiliyorlar… Bizlerse daha küçük yaşta zihin ayaklarımıza pranga vuran ‘endoplazmikretikulum’ lar sayesinde bilimden nefret eder hale getiriliyoruz. Bilgiden soğutuluyoruz ve bilgiye yabancılaşıyoruz. Çoğu problemimizin temelinde de, bilgiyi dışlama alışkanlıklarımız yatıyor.

Yazarın Diğer Yazıları