Günah, kişinin inandıkları ile yaptıklarının çelişmesi ve çatışmasıdır. Rabbülalemin’e ve O’nun gönderdiği peygamberlerin ve kitapların doğru olduğuna inandığı halde, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde çizilen sınırlara riayet etmezse günah işlemiş olur. Mesela Kur’an-ı Kerim’de çok net biçimde içki haram kılınmış, ona yaklaşılmaması emredilmiştir. Bu yasağı çiğnemek günahtır, çiğneyen günahkârdır.
Yaradanımız , sahibimiz Rabbülalemin’dir. Sınırları belirleyen de O’dur. O’nun bize emirlerini ve yasaklarını tefekkür edince, bunların tamamının bizim yararımıza olduğu anlaşılır. Düşünülürse, insanlığın bugün yüz yüze bulunduğu maddi-manevi krizlerin asıl kaynağının bu yararı göz ardı etmek, ilâhi sınırlara riayet etmemek olduğu anlaşılır.
Yaradılış programının ve kevnî nizamının dışına çıkmak olan günah, bir iç çöküntü, bir terslik ve fıtratla zıtlaşmadır. Günaha giren kimse, kendini vicdani azaplara, kalbî sıkıntılara boğmuş, bütün ruhî kabiliyetlerini şeytana teslim etmiş demektir. Eğer işlediği günah her ne ise onda ısrarcı olur, işlemeye devam ederse, Allah korusun, artık ipi elden kaçırır, ne iradesi, ne günahlara karşı direnci ne de kendini yenilemeye mecali kalır.
Günahlar Hz. Adem a.s. zamanından günümüze kadar pek çok kavmin helakine sebep olmuştur. Bu kavimler kendilerine gönderilen peygamberlere karşı geldikçe, nefslerinin ve şeytanın peşine düştükçe ilâhi azap onları daha dünyada iken yakalamış, topyekûn yıkıma uğramışlardır. Bu, isyan edenler hakkında yüce Allah’ın bir kanunudur.
. . .
Habib-i Kibriya S.A.V. Efendimiz müminleri günahlara karşı sürekli olarak ve ısrarla uyarmış, Cenab -ı Hakk’ın emir ve yasaklarına titiz olunmasını istemiştir. Zira günahlar kulun helâkine, sapıtmasına, Rabbi’nin taatinden ve hidayetinden uzaklaşmasına sebep olur. Günahlarla insan ilâhi dostluktan uzaklaşır, şeytana ve onun insan suretindeki yardımcılarına dostluk peyda olur. Günahları terk etmek, salih amel ve hayırlı işler yapmakla da, insan Cenab -ı Hakk’ın dostlarından ve kurtuluşa erenlerden olur ki, böyleleri için korku ve hüzün yoktur.
. . .
Her kişi kendi anlayışına, yaşayışına ve temayülüne göre günah işler. Zahirde haram ve helal, dinin belirlediği sınırlar herkes için aynı olmakla birlikte, kişinin kendi iç ve dış şartlarına göre günahın çeşidi ve yoğunluğu değişebilir. Mesela ticaret yapanla memurun yüz yüze bulunduğu günah çeşitleri farklıdır. Bu yüzden insan kendi durumunu göz önüne alarak neyin günah olduğunu, bu günahlardan hangisiyle temas halinde bulunduğunu bilmesi gerekir.
Herkes her an günah işleyebilir. Makamı ne olursa olsun, hiçbir Allah dostu bu hususta kendisini emniyette hissetmemiştir. Rabbimiz’in azametinden hep korkmuşlardır. Veliler günah işleyebilir. Sadece peygamberler masumdurlar, günah işlemezler. Veli bir kul ile sıradan bir insanın bu husustaki farkı, velinin işlediği günah da ısrar etmemesi ve hemen Cenab -ı Hak’tan af dilemesidir.
Yaşadığımız bu devirde nice günah şeyler var ki, sosyal hayatımızda onlarla iç içe yaşıyoruz. Bunun neticesi olarak hayır ile şerri, günah ile sevabı, iyi ile kötüyü ayırt edemiyoruz. Daha doğrusu, günah işleri ve yanlışı kanıksıyoruz, sanki normalmiş, meşru imiş gibi algılıyoruz.
Bu noktada mutlaka hatırlamak gerekir, ölçümüz müberra dinimizin ortaya koyduğu ölçülerdir. Öyle olmalıdır. Bu ölçülerin çevremizde uygulanabilir olmayışı, hak ve hakikatin bu devirde artık yaşanmadığını göstermez. Dinimizin hükümleri her zaman uygulanabilir durumdadır. Sadece nisbî olarak gereği gibi uygulayanların sayısı azdır ama asla yok değildir. O halde Sırat-ı Müstakim üzere yaşama hususunda yaşanılan zaman, ortam vs. mazeret değildir. Herkes yapmaya gücü yettiklerinden sorumludur. Uzak durabileceği günahı işlemenin ne mazereti olabilir?
Kaldı ki, Allah’ın hükümlerini tanıyan, bilen ve nefsinde uygulayan kişiler, Arif-i Billah zatlar her devirde vardır ve günahlardan kaçınma hususunda onlardan istifade edilebilir. Zira velilerle beraber olmak istikamet kazandırır. Hayrı ve şerri öğretir, sevabı sevdirir, gönülleri günahtan soğutur. Onların insanın günahlar karşısındaki durumu hakkında ulaştıkları neticelerden biri şudur: “Dünya lezzetleri ilâhi rahmeti kazandırmaz, zamanla insan bu lezzetlere alışkanlık kazanır.”
Bu ifade şöyle izah edilebilir: Sigara içmeye başlayan çoğu insan; “bir tane içmekle ne olacak” diye başlar. Önceleri hiç fark etmez ama zamanla sigaranın tiryakisi olur. Bırakmak istese de bırakamaz hale gelir. İşte, dünya lezzetleri mübah olsa bile, zamanla insanı farklı mecralara sürükleyebilir. Mesela şüpheli işlere ve haramlara alıştırabilir. Namazı terk ettirebilir, orucu, zekâtı basit bir amel gibi gösterebilir. Haramı helal, helali haram olarak sunabilir. Böylece birer günaha dönüşen bu durum, ibadetlerde tembelliğe götürür.
. . .
Ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve bütün arifler, insanın günaha girmesinin sebebi olarak nefs ve şeytanın aldatmacalarına dikkat çekmişlerdir. Allah dostları da günahları fark ederek tevbe etme zeminini hazırlamışlardır.
Günahlardan uzaklaşmanın önemli bir yolu, kötü arkadaşı ve çevreyi terk etmektir. Kötü arkadaşını terkedemeyen , alışkanlık haline gelen bir menhiyatı da bırakamaz. Bu durumun sonuçları konusunda şöyle ikaz ediliyoruz: “Tabiatlaşan günahlar kişinin kalbine nifak tohumlarını eker. Bu yüzden kişi ibadetin lezzetini alamaz. Her günah manevi kalpte bir yara açar, o yaralar nifak olur. O zaman ibadetin lezzeti yok olur.”
Mümin, gözlerini, kulaklarını, ellerini, bütün uzuvlarını haramdan ve kötü arkadaştan korumalıdır. Her daim hayırlı ve iyi olanı yapmalıdır. Niyeti buna göre olmalıdır.
Nasıl ki bir çocuk önce anne sütüyle beslenir, yavaş yavaş mama, daha sonra katı yiyecekler verilir, işte bunun gibi, insan hayra ve sevaba da, şerre ve günaha da alışkanlık kazanır. Bu, nefsi terbiye etme meselesidir.
Nefse nasıl muamele edilirse ona göre karşılık verir. Zira eğitilmeye, terbiye edilmeye açıktır. Bu terbiyenin bir an önce gerçekleşmesi ve beklenen sonucun alınması için kâmil bir rehbere ihtiyaç vardır. Aksi halde kişi günahlardan vazgeçmez. Tevbesi sadece dil ile olur. Mürşid-i kâmiller ise nasuh tevbe telkin ederler, tevbe kapısının açık olduğunun idrakine vardırırlar.
Günahların çok olması ümitsizliğe düşürmemelidir. Bir kişinin günahları denizlerin kumları adedince olsa bile, samimi olarak tevbe ettiği zaman affedilir. Burada önemli olan samimi olmaktır. İnsanoğlu hatasız değildir. Rabbimiz Tealâ her türlü hatamızla bizleri huzuruna kabul eder. Yeter ki kibirli olmayalım, acizliğimizi bilelim. Zayıflığın idrak ve itirafı bize atamız Hz. Adem a.s.’ ın hediyesi; kibir ve enaniyet ise şeytanın kalıntısıdır.
Kulluğumuzu yerine getirirken amellerimize güvenmememiz lazım. Zira Rabbimiz’in rahmeti olmazsa yapılan hiçbir işin faydası olmaz. Önemli olan O’nun rahmetine talip olmaktır. Hiçbir kul “artık bu amellerimle cennete girebilirim” diyemeyeceği gibi, ne kadar büyük günah işlerse işlesin, “ben çok günahkârım, Rabbim beni affetmez” de diyemez. Günah işleyebilecek özellikte yaratıldık. Ama günahta ısrarcı olmamak, tevbe etmek emredildi. Hedefimiz günahsızlık sıfatı değildir. Zira bu mümkün olmaz. Hedefimiz, her daim Rabbimiz’le irtibatlı olmak, her adımda O’nu dikkate alarak hareket etmek, tevbe ve salih amelle O’na yakınlaşmak ve O’nun rızasına ulaşmaktır.
Rabbimiz’in tevfik ve inayeti ile…