Nevzat Karataş

Zavallı Hoca

Nevzat Karataş

 

Güya, Nasrettin Hoca komşusunu sürekli takip edermiş. Her ne zaman komşusu pazardan güzel bir yemeklik alsa, o akşam tam yemek saatinde kapıyı çalar ve “Ya, şu nasibe bak, tamda yemeğin üstüne geldik” dermiş. Komşusu da, ne yapsın “Buyur hocam! Buyur dermiş. Hoca da bir güzel karnını doyururmuş.

Komşu da onun bu huyunu çok iyi bilirmiş. Yine bir gün komşusu hanımıyla pazar ihtiyaçlarını satın alırken balıkçının yanına varmışlar. Taze palamut balıklarlarını görünce iki tane almışlar. Birde bakmışlar ki, hoca kendilerini uzaktan, çaktırmadan izliyor.

Eyvah! Gene yakalandık demişler. Ama bu defa hoca amacına ulaşmasın diye bir tuzak kurmuşlar. İki kilo da istavrit almışlar. “Bu balıkların hepsini kızartalım, hocayı bekleyelim, tam içeri girince sofraya istavritleri koyalım. Biz de yiyormuş gibi yapalım. Hoca “Elhamdülillah doydum” deyip kalkınca palamutları sofranı altından çıkarıp yiyelim” demişler.

SENİN BABANI BİZ YEMEDİK

Dedikleri gibi de yapmışlar. Sofrayı kurup beklerken hoca kapıyı çalmış. “Buyur hoca, buyur” , demişler. Ve bir de latife yapmışlar, “Gel hocam! Senin baban denizde boğulmuştu ya, İşte senin babanı bu balıklar yemişti, onlardan babanın intikamını al” demişler.

Hoca sofraya oturup “Bismillah” demiş ve tabaktan bir balık almış öce gözlerine bakıp sonra kulağına götürmüş ve kendisini şaşkın şaşkın izleyen komşusuna “Biliyor musunuz bu balık benim kulağıma ne söylüyor? Komşusu hayır hocam, bilmiyoruz. Sen bize anlat ne söylüyor? Demişler.

Hoca demiş ki “Bu balık kulağıma diyor ki, senin baban denizde boğulduğu zaman biz çok küçüktük. Üstelik baban,  denizin derin olan kısmında boğuldu. Biz o derin bölümde yüzemeyiz, oraya gitmedik. Senin babanı sofranın altındaki büyük balıklar yedi. Çünkü orada büyük balıklar yaşıyordu.” Komşu hocanın bu güzel ve akla yatkın yorumundan sonra büyük balıkları hocaya ikram etmiş ve haklı olarak kahkahayı da atmışlar.

HOCA CENNETE KESİN GİRER

Zavallı hoca! Bizleri güldürebilmek için girmediği kılık, yapmadığı meslek; bazen de yemediği dayak kalmamıştır. Biz onu öyle tanırız, öyle biliriz. Bazen kadı, yani mahkemede hâkim, bazen camide imam, bazen medresede hocadır. Ama gerçekten bu anlatılanları yapmış mıdır? Yapmamış mıdır? Bilinmez. İşte bu yüzden onun hepimizin üzerinde çok hakkı vardır. Şayet mahşerde herkesten hakkını isterse mutlaka cennete girer. Ama girerse de helal olsun, hakkıdır.

Neden? Derseniz, “Bu kadar üzücü, kederlendirici, karamsar yapıcı bir ortamda insanları tebessüm ettirebilmek büyük bir fedakârlıktır” derim. Yine neden hakkı vardır? Derseniz, onun bu kadar çok mesleği yapacak ne bilgisi ne de ömrü vardır. Bir iki konumunun dışındakiler biz insanların uydurmasıdır.

Dolayısıyla bir insanın yapmadığı bir şeyi kendisine söylemek yakıştırmak haksızlıktır, kul hakkıdır derim. Ama gelin görün ki, insanlar söylemek istediği bir fikri veya mesajı direk söyleme cesaretini gösteremiyorsa ya Nasrettin hoca’ya uyarlıyor, ya da hayvanları konuşturup hayvanların diliyle maksadını anlatmaya çalışıyor.

Fakat Nasrettin hocanın hepimizin dikkatinden kaçan bir yönü vardır. Biz onun bizi güldürecek latifelerine odaklanınca bazı önemli noktaları gözden kaçırıyoruz. Bunlardan birisi, Hocanın yaşadığı toplumdaki hemen her ferdin gerçekleri kabullenmede bizden ileride olmasıdır.

Öyle ya, birkaç sene önce ölen birisini daha sonra dünyaya gelen balık nasıl yesin? Rabbim doğruları çizmiş olduğu sınırlar içerisinde görüp kabullenenlerden eylesin. Hayırlı cumalar.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çerez Bildirimi

Sitemizde, daha yüksek bir kullanıcı deneyimi sunmak ve deneyimlerinizi kişiselleştirmek amacıyla, Gizlilik Politikası, Çerez Politikası ve KVKK Aydınlatma Metni sayfalarında belirtilen maddelerle sınırlı olmak üzere ve ilgili yasal düzenlemeler çerçevesinde çerezler kullanıyoruz.