Şerife Naz Güldüler

OKUYALIM GÜZELLEŞELİM-II

Şerife Naz Güldüler

Bir cinayet sahnesi ile başlıyor Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar romanı. Yedi kişinin bıçak darbeleriyle ve büyük bir öfkeyle işledikleri bu cinayeti, tüm vahşetine rağmen sıra dışı kılan durum ise, mezarda olan bir genç kızın bu cinayetten duyduğu haz oluyor… Böylelikle yazar, biz okuyucuları daha ilk sayfadan fantastik olaylara hazırlamaya başlıyor. Bu cinayetin hemen ardından da uçağının inmesine yarım saat kalmış olan başkahramanımız Karen Kimya Greenword karşılıyor bizi. Karen’in, uluslararası bir şirket tarafından sigorta edilmiş bir otelde çıkan yangını soruşturmak için Konya’ya gönderilmesi romanın temelini atıyor. Ancak, bu ziyaret Karen için birtakım doğaüstü deneyimlerle derinlik kazanıp; Karen’ı içsel bir olgunlaşmaya, barışa sürüklüyor . Ayrıca romanın arka kapağını okuduğumuzda Şems-i Tebrizi cinayetine ve Mevlana-Şems dostluğuna da yer verildiğini görüyorsunuz. Zaten tarihi ve polisiyeyi harmanlayan Ahmet Ümit için beklenmedik bir durum olmuyor bu. Karen’in başından geçenlerin sizi sarmaması halinde sadece bilgilenmek için bile çeviriyor olabilirsiniz sayfaları… Çünkü Konya’nın meşhur yemeklerinden tutun da simgesi haline gelen Mevlana’ya kadar değiniyor Ahmet Ümit. Farklı şahıs kadrosuyla Konya sokaklarında geziyormuş hissine kapılıyor ve birden Karen siz oluyorsunuz.

Karen’in karşılaştığı tuhaf olaylar, o henüz uçaktayken kendisine “Kimya Hanım” diye seslenildiğini işittiğinde başlıyor. İlk başta insanın ismiyle seslenilmesinden daha doğal ne olabilir ki diye düşünüyoruz. Ancak Karen, Konyalı bir Mevlevi olan babası Poyraz Efendi yıllar önce kendisini ve annesini bırakıp şeyhi Şah Nesim’le gittiğinden beri bu adı hiç kullanmıyor ve duymuyor. Bu olayı rüya olarak değerlendirse de yazarımız bir Hint atasözü ile bizi kuşkulandırmayı başarıyor: Dünya, rüya içinde rüyadır.

Yukarıda çok ipucu vermeden anlatmaya çalıştığım ve daha da konuşsam sayfaların yetmeyeceği kadar Şems’in bedeni ve ruhu ile özdeşleşerek geçmişe yolculuklar yapan Karen, Mevlana ile Şems arasında yaşanmış olayları bizzat kendisi bir daha yaşıyor ve böylece Ahmet Ümit biz sevgili okuyucularına Mevlana ile Şems arasındaki dostluğu, muhabbeti sergilemiş oluyor. Eğer Mevleviliğe karşı ilginiz ve merakınız varsa Mevlana ve Şems-i Tebrizi’yi önceden biliyor ya da anımsıyor olabilirsiniz. Ama ben de Karen gibi ilk defa duyuyor ve böyle büyük bir aşkı bu zamana kadar niye araştırmadığımı sorguluyorum.

Ahmet Ümit’in dört yüze yakın sayfada anlattığı olayları buraya tabii ki sığdıramam. Ama eğer sizde biraz da olsa merak uyandırmışsam ne mutlu bana… İsimlerini ve önemlerini bilsek de yan yana aslında bilmediğimiz bir aşkı, gerçek aşkı yaşayan Mevlana ve Şems-i Tebrizi ile dolu sayfalar bulunuyor kitapta. İnsanın gönül gözünü açan, olayların arkasındaki nedenleri düşündürten ve bunu hayat felsefesi yapmamızı sağlatacak bir eseri okuyoruz. Madde aleminin gündüz gibi düpedüz göründüğünün ama mana aleminin gece gibi olduğunu vurguluyoruz. Gönül ışığını yakmadan asıl olanı bulamıyoruz… Buraya kadar merakla okuyup geldiğiniz için bir teşekkürü borç bilir; sürçülisan ettiysem affımı dilerim. Eksik veya fazla anlattığım ne varsa heybemize katıp yola devam edelim… Unutmayalım ki sözün anlatamadığını yaşam anlatır.

Yazarın Diğer Yazıları