İçimde keskin bir vedanın yarası sızlıyor. Ne kadar yeni insanla tanışırsam tanışayım eskilerin yerini tutmuyor. Masada ne kadar gülersem güleyim onlarla olduğum gibi içten gülemiyorum. Ne yersem, nereye gidersem ‘Acaba onlarla olsak n’olurdu?’ diye düşünmeden edemiyorum. Buradakilerin kötülüğünden değil, onları özümseyişimden…
Kalbimde bir yerde, bir orman yanıyor. Telefonda sesi kötü gelmeye başladığında, karşısında ellerini tutup gözyaşını silemediğimde hiçbir su söndürmüyor o yangını. Daha alevlendikçe alevleniyor. Ama asla sönmüyor.
Şiirler hep dargın, dualar hep şifasız. Dinlediğim bütün şarkılar İzmir’i anımsatıyor. Ellerimi açtığımda semaya tek bir şeyi diliyorum. Mutlu günleri hafızamda tutmaya çalışıyorum, unutursam tutunacak dalım kalmayacak biliyorum… Biliyorum ve sıkı sıkı tutunuyorum.
Çok eski bir şarkının nakaratı gibi, tekrar tekrar düşler kuruyorum. Bir daha asla ayrılmayacakmışım gibi sarıp sarmalanıyorum İzmir’in kollarıyla. Şimdilik başka çarem yok, inanıyorum, geçecek. Ne ben bu şehirde yalnızlığa alışacağım ne de İzmir beni unutacak. Güneş’i yine beraber batıracağız Bostanlı’da. Ve yine sabah beraber karşılayacağız günü. İnanıyorum.
İzmir benim için sadece bir şehir değil. Evim, ailem, arkadaşlarım… Her şey benim için! Mevsim güz, içimde de hüzün varken sizden saklayamazdım duygularımı. Hele şu çetin kış bitsin, papatyalar açacak yine gülüşlerimizde. Ve bitiriyorum Cahit Zarifoğlu’ndan iki dizeyle:
“Özlemek, ne derin bir duygu böyle
Özlemek, ne uzun bir mesafe…”